23 Aralık 2014 Salı

Tarihte Kadın Savaşçılar ve Amazon Miti

Tarihle ilgili bilinen en büyük yanlışlardan biri günümüzden yola çıkılarak düşünüldüğünde varılan kadınların asla savaşmadığı kanısıdır. Günümüzde kadınların savaşması çok etik görülmez hatta bırakın savaşmayı, kadının çalışmasına karşı olan kişiler bile var toplumumuzda. Bu durum her zaman böyle değildi ve bir anda da olmadı. Bugün eski savaş meydanlarında kadının rolünü ve Yunan mitolojisinde bahsedilen Amazonlardan bahsedeceğiz.

Öncelikle toplum yapısının bu konuda çok önemli olduğunu kabul etmek gerekli. Barbar toplumlarda kadınların da erkekler kadar savaşçı olduğu su götürmez bir gerçektir. Bunun sebebi barbar toplumların eşitlikçi yapısıdır. Barbar bir toplumda profesyonel ordu yoktur. İnsanlar göçebedir ve hepsi savaşa hazırdır. Bu toplumlardan bir örnek vermek gerekirse Vikingler çok popüler ve güzel bir örnek olabilir.

Birleşik Krallık sınırları içerisinde bulunun Viking mezarlarından çıkan kemiklerin incelenmesi sonucu cesetlerin arasında kadın cesetleri de olduğu ortaya çıktı. Bu demek oluyor ki Vikingler İngiltereyi yağmalamaya gittiklerinde kadınları da gemilerine kabul ediyorlardı. Mezarlarda yaygın olarak çıkan silahlar ise balta ve kılıçtı. Bir kadının savaşta balta kullanabilmesi inanılmaz bir şey. Bir sonra ki örnekte de bundan bahsedeceğim fakat kısaca değinmek gerekirse kadınlar erkeklerden %50 oranında daha az güce sahiptir. Bir kadın savaşta balta kullanabiliyorsa bu onun daha önce balta kullanma konusunda tecrübesi olduğu ve vücudunun gelişmiş olduğu anlamlarına da gelir. Bu da toplumda iş bölümü olmadığı, herkesin her işi yaptığını anlatır aslında bize. Barbar toplumlarda dikkat çeken özellik de budur zaten. Barbarlar inanılmaz eşitlikçi hatta anaerkil olmaya yakın toplumlara sahiptir.

Burada şuna da açıklık getirmek gerekir ki Viking savaşçılar aslen kılıç kullanıyorlardı. Kılıç alacak veya yaptıracak parası olmayanlar ise savaşa veya yağmalamaya ağaç kesmek için kullandıkları baltaları ile gidiyorlardı. Bunun yanı sıra Vikingler hakkında bilinen bir diğer yanlış bilgi ise boynuzlu miğfer kullandıklarıdır. Vikingler savaşa boynuzu olmayan miğferlerle gitmişlerdir.

Kadın savaşçılara dair diğer bir örnek ise Rusya-Kazakistan sınırında bulunan mezarlardır. Bu mezarlardan çıkan kalıntılar rahibelerin, savaşçı kadınların ve savaşçı rahibelerin hayatları hakkında bize bilgi veriyor.

Genç bir rahibenin mezarından bronz bir ayna, demir bir hançer(kurban vermek için olduğu tahmin ediliyor.), hayvan sembolleri şeklinde kolyeler yaban domuzu boynuzu ve bir de kaşık çıkartılmıştır. Mezarın küçük olması ve kemikler üzerinde yapılan incelemelerden yola çıkılarak bunun çok genç yaşta ölen bir rahibe olduğu söylenmektedir. Bu mezar dışında bulunan ilgi çekici mezarlardan birisi de kadın bir savaşçıya aittir. Bu cesur hanımefendinin mezarında bulunan eşyalar ise şöyledir: bronz ok uçları, boncuklar, kolyeler, bilezik ve bronz bir ayna. Kısacası evet, kadınlar tüm çağlarda savaşçı dahi olsalar güzelliklerine önem veriyorlardı. :) Bir diğer dikkat çekici nokta ise bu mezardan yakın dövüş ile ilgili bir silah çıkmamasıdır. Bu mezarların civarında bulunan gömülü at kemiklerinden anlaşılacağı üzere bu cesetlerin sahipleri ağır silahlar ve zırhlar kullanmak yerine at üzerinde seyahat edip ok ve yay kullanmayı tercih ediyorlardı. Bulgulara göre bu kemikler Sarmatlara ait.

Başka bir mezarda ise dini eşyalar ve silahlar aynı anda bulunmuştur. Bu da kemiklerin savaşlara katılan bir rahibeye ait olduğunu göstermektedir. Mezardan 40 adet bronz ok ucu, bir kısa kılıç, deniz kabukları (hazar denizinden alınmış), tebeşire benzer bir taş (seramoniler ve ritüeller için kullanıldığı tahmin ediliyor.) çıkmıştır. Kısacası bu mezar hem ritüellerde sözü geçen hem de savaşta kılıç sallayan bir kadına aittir.

Bu örneklerin dışında Büyük İskender'in babasına ait olduğu iddia edilen bir mezarın yanında bulunan başka bir mezarda da kadın bir savaşçının kemikleri bulunmuştur. (Bahsi geçen mezar çok büyük bir ihtimalle Büyük İskender'in babasına ait değildir fakat bazı çevreler öyle olduğunu iddia etmektedir.) Kadına ait olan mezarda mızrak ve savaş aletlerinin yanı sıra kendisine özel yapılmış bir zırh da çıkmıştır. Zırhın kadın savaşçıya ait olduğu bariz ortadadır çünkü kadın savaşçının bir bacağı ötekinden kısadır ve bacakları koruyan zırha bakıldığında orantısız olduğu net biçimde görülmektedir. Ayrıca kadının kemikleri incelendiğinde at üzerinde uzun yolculukların eseri olarak kemiklerde buna göre adaptasyon da tespit edilmiştir. Kısacası bu kadın savaşçı, kendisine özel zırh yapılacak ve at üzerinde savaşlara gidecek hatta ve hatta soyluların mezarına gömülecek kadar sayılan bir kişiydi.

Amazon mitine de kısaca değinmek gerekirse, Amazonlar hepimizin bildiği üzere kadın savaşçılardır ve Yunan mitlerinde anlatıldığı üzere Karadeniz'de yaşıyorlardı. Amazonlar erkeklerden nefret eden ve erkekleri topraklarına sokmayan kadınlar olarak anılıyorlardı ve İlyada destanında anlatıldığı kadarıyla Amazonlar sürekli yenilgilere uğramışlardır. Hepimizin çok iyi bildiği yarı tanrı Akhilleus Amazonların kraliçesi olan Penthesilea'yı öldürmüştür. Amazonlar hakkında diğer bilgiler ise kalkan ve mızrak kullandıklarıdır. Kalkanları ise normal kalkanların aksine hilal şeklindedir. Amazonların erkekleri öldürmelerinin sebebi olarak iki hikaye anlatılmaktadır. Birinci hikaye bir savaşta tüm erkek Amazonların ölmesi sonucu kadınların silahlanıp ülkelerini korumasıdır diğeri ise tanrıların başının erkek (Zeus) olmasıdır.

O halde tarih boyu savaşçı ve savaşçı olduğu kadar da güzelliğine düşkün olan kadınları sinirlendirmemeye özen göstersek iyi olur sanırım. :)

11 Aralık 2014 Perşembe

Şamanizm ve Türklerin Müslümanlaşması

Bu uzun aradan sonra tekrar bir yazı yazmam gerektiğine karar verdim ve bu yazıda aslında bizi çok yakından ilgilendiren ve Türkiye'de çok tartışılan bir konuya değineceğim. Bir taraf Türklerin eski dini olan Şamanizmin İslama yakın olduğunu Türklerin bu yüzden Müslüman olmayı tercih ettiğini söylerken karşıt görüşlüler ise İslamın kılıç zoru ile Türklere kabul ettirildiğini savunuyor. Bu tartışmaları hepimiz az çok biliyoruz peki işin gerçeği nedir? Ne oldu da Türkler Şamanizmi bırakıp Müslüman oldu ve Şamanizm nedir? Müslümanlığa benzer mi? Bu yazıda bu sorularınızın cevaplarını bulacaksınız.

Şamanizmi tanımlamak gerekirse; Şamanizm, Şamanlar tarafından yönlendirilen toplumların inanç biçimidir. Din ve yaşam felsefesi arasında kalmış bir olgudur. Şamanizm kültüründe yer alan din adamlarına Şaman, bu dine mensup olanlara ise Şamanist denir. Şamanlar kadın veya erkek olabilir. Şamanizm cinsiyet farkı gözetmez. Şamanlar küçük yaştan itibaren seçilir ve yaşlı şamanlar tarafından eğitilir. Her isteyen şaman olamaz. Şaman olacak çocuklar küçük yaşlardan itibaren nöbetler geçirirler ve bu muhtemelen bir hastalığın eseridir. Nöbet geçiren çocuklar ileri yaşlarda yaşlı Şamanlardan eğitim almadan önce vazgeçirilmeye uğraşılır. Çünkü şaman olmak kolay bir iş değildir. Eskiden Şamanlar toplumda para veya karşılık almadan hizmet ediyorlardı veya aldıkları ücretler çok sembolik oluyordu. Örnek vermek gerekirse ölen birinin gömülmesi şamana ait bir işti. Ölünün ruhunun evde kalmasını önler, sonra da ölüyü Şamanlar gömerdi. Bu hizmet karşılığında ise gömdükleri kişinin eşyalarından bir parçayı alırlardı.

Şamanların belli başlı eşyaları vardır. Bunlardan en önemlileri Şamanın davulu, asası ve ritüel kıyafetleridir. Şamanların bu eşyalarına kendileri dışında kimse dokunamaz. Şamanlar eşyalarını bu yüzden gözden uzak yerlere saklarlar. Çünkü eşyalara normal bireyler tarafından dokunulursa eşyalar gücünü yitirir. Şamanlar güçlerini kontrol ettikleri ruhlardan alır. Güçsüz bir Şamanın 2 ruh üzerinde hükmü geçerken güçlü Şamanlar 10 ruh kontrol edebilir. Şamanlar dileklerini ruhlara iletirler ve ruhların dileklerini yerine getirmesini sağlamaya çalışırlar. En güçlü Şaman ruhlara en iyi hükmeden Şamandır.

Şamanlar iki gruba ayrılır:

1- Ülgen'e veya iyi Tanrılara tapan Şamanlar: Bu Şamanlar gökte yaşadığına inanılan tanrılara taparlar ve Beyaz Şamanlar olarak bilinirler. İnsanlığın iyiliği için çalışırlar, neredeyse hiç ücret talep etmezler. Amaçları iyilik yapmak, topluma hizmet etmek, dünyanın sonu geldiğinde iyiler ve kötüler arasındaki savaşta iyilerin galip gelmesini sağlamaktır. Kıyafetleri beyaz ve gösterişsizdir.

2- Erlik'e veya kötü Tanrılara tapan Şamanlar: Bu Şamanlar yer altında yaşadığına inanılan tanrılara taparlar ve Siyah Şamanlar olarak bilinirler. İnsanlığın iyiliği için çalışmazlar ve sayıları azdır. Dünyanın sonu geldiğinde kötü tanrıların yanında yer alacaklardır. Kıyafetleri mavi veya siyahtır ve ihtişamlıdır.

Şamanizm inancında putlar da vardır fakat putlara tapılmaz. Putlar ölen kahramanların veya aile fertlerinin anısına yapılır. Ölen kişiyi özleyen aile fertleri o put ile acılarını dindirirler. Unutmayın ki o dönemlerde fotoğraf makinesi gibi bir şey yoktu. İnsanlar bu tür yollara başvuruyorlardı. Bu Şamanizm dinine mensup kişilerin Putperest olduğu anlamına gelmez.

Şamanlar veya Şamanizme mensup bireyler kurban kesebilir fakat her Tanrıya kesilen kurban özel ve farklıdır. Tüm Tanrılara inek kurban olarak kesilemez. Hatta bazı tanrılar için siyah inek kurban edilirken bazıları için beyaz kurban edilir veya bazı tanrılara at kurban edilir. Şaman toplumlarda kurban kesmek din adamlarına özel bir görev değildir. Her isteyen kurban kesebilir.

Sizin de göreceğiniz üzere Şamanizm inancı çok Tanrılı bir inanç sistemidir ve İslam ile uzaktan yakından ilişkisi de yoktur. Kaldı ki bir ulusun barışçıl yollar ve tamamen kendi isteği ile din değiştirmesi olanaksızdır. Bu tarihte görülmemiş şeydir. Arapların o dönemlerde yayılmacı politika izlediğini ve Anadolu'ya girmek istediğini hepimiz biliyoruz. Türklere karşı da bu politikaları devam etti. Bakınız dönemin coğrafyacısı İbni Harkal ne diyor:

"En değerli köleler Türk topraklarından gelenlerdir. Dünyada bütün köleler içinde Türklerin eşi yoktur. Değer ve güzellikte hiçbiri onlara erişemez. Horasan'da bir köle çocuğun üç bin dinara satıldığını sık sık gördüm."

Burada çok net görüyoruz ki Araplar Şamanist Türklere saldırdı ve hatta onları esir alıp köle olarak sattı. Zaten günümüzde bile Müslüman ağırlıklı bir millet olmasına rağmen Türklerin gelenek ve göreneklerine baktığımızda Şamanizmin izlerini yine görüyoruz. Özellikle Alevi Müslümanlarda Şaman kültürünün esintileri daha fazla görülüyor. Zaten bu yüzden, sırf kültürlerini korudukları için kendilerinden yüzyıllar boyunca nefret edildi. Halbuki onlar Müslümanlığın en güzel temsilcileriydi bana kalırsa.

Arap komutanı Kuteybe Türkler hakkında diyor ki:

"Ey Müslümanlar, nereye gidersiniz? Her kim Türklerden baş getirirse 100 dirhem vereceğim." Bu sözler sonucunda Buhara yağmalanır 50 bin Türk esir alınır, geri kalan Türkler Araplar tarafından kılıçtan geçirilir.

Ünlü hadisçi İmam Buhari'nin Türkler hakkında yorumu:

"Kıyamet kopmadan önce siz kıldan çarıklar giymiş bir ulusla savaşacaksınız. Onların yüzleri sanki derilerle kılıflı kalkan gibidir. Yüzleri kırmızı, gözleri çekiktir. Güçlü bir ulus olan Türklerle çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Kıyametin kopmasının koşullarından birisi kıldan çarıklar giyen ulusla savaşmanızdır."

Cemal Şener "Türklerin Müslümanlıktan Önceki Dini Şamanizm" adlı kitabında bu konu hakkında şöyle diyor:

"Bilindiği gibi İslam, Arap kökenlidir. İslam dini Arap kültürünün bir ürünüdür. Diğer ulus ve milliyetlerin Arap kültürüne has bir olguyu yadırgamaları kadar doğal bir durum olamaz. Bu duruma bir de yayılma döneminde diğer ulusları küçümseyen, Arap dışında olan her milliyeti köle kabul eden anlayışı eklersek İslamın Araplar dışındaki milletlere neden sempatik gelmediğini sayabiliriz.

Arap İslamiyetinin bu anlayışı Türkler için de fazlasıyla geçerlidir. İslam, Türklerle 9. yüzyıl başlarında Emeviler döneminde tanıştı. Emevi Müslümanlığı Türklere karşı çok olumsuz davrandı. Türkleri Müslümanlaştırmak için katliamlara girişti. Türklerin İslamı kabul edişi barış ile, gönül rızası ile değil esas olarak kılıç ile olmuştur."

Sizin de rahatlıkla göreceğiniz gibi, Türkler kendi rızası ile Müslüman olmamıştır. Hatta tarihte hiçbir devlet kendi rızası ile din değiştirmemiştir. Milletler misyonerlik faaliyetleri, savaşlar ve katliamlar sonucu din değiştirir. Günümüzde Türkiye'ye Hristiyanlar gelse eminim Türkleri Hristiyanlaştırmak için kan dökmeleri gerekir. Tarihte de olaylar aynen bu şekilde olmuştur.

25 Ekim 2014 Cumartesi

Vizeler, Problemler...

Yazmayı ne kadar süreliğine bırakacağım bilmiyorum fakat şu aralar biraz bunalımlı bir dönem geçiriyorum ve üstüne üstlük bir de vizeler yaklaşıyor. Ben zaten genel itibari ile biraz bunalımlı bir insan olsam da son zamanlarda kendimi çok iyi hissediyordum fakat her mutluluk bitmek için vardır ve her üzüntü de öyle. Hayatında problem olmayan insan yoktur herhalde. Ben de sadece onlardan biriyim.

Burada tabii ki sizlere neler yaşadığımdan bahsetmeyeceğim, bu blogun konseptine baya ters düşer. Burası benim blogum değil, burası Tanrı, Tanrıçalar ve onların çocukları olan tüm Paganların blogu. Sizden şimdiden özür diliyorum ve kendi içimdeki problemleri halleder halletmez geri döneceğimi, insanlık tarihi ve Paganizm hakkında yazılar yazmaya devam edeceğimi merak etmemeniz açısından sizlere belirtmek istiyorum. Her insanın bazen kendisini dinleyebilmesi için yalnızlığa ve boşluğa ihtiyacı vardır. Anlayışınız için şimdiden teşekkür ederim.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Ankh Nedir?

Bugün Antik Mısır mitolojisi ile ilgilenen kişilerin çok iyi bilecekleri "Ankh" sembolüne değineceğiz. Öncelikle Ankh kelimesinin anlamına ve ne olduğuna bakalım. Ankh bir hiyeroglif karakteridir. Hristiyan inancındaki haç ve bir çok alfabede bulunan T ile büyük benzerlik gösterir. Zaten Hristiyanlığın ve Yahudiliğin Mısır mitolojisinden büyük derecede etkilendiği, hatta Yahudilik inancının temelinin Mısır mitolojisi olduğunu da belirteyim. Bu konuya değinmeyeceğim zira derin bir konudur. Eğer daha ileri derecede bilgi almak istiyorsanız Sigmund Freud'un "Musa ve Tek Tanrılı Din" adlı kitabını veya Mısır mitolojisi hakkında uzmanlaşmış bilim adamlarının araştırmalarını okumanızı öneririm. Konuya geri dönecek olursak, Ankh "hayat" anlamına gelir. Bu yüzden bu sembole "hayat anahtarı" veya "nil'in anahtarı" şeklinde isimlerle de hitap edildiğini de görebilirsiniz.

Ankh genel olarak çizimlerde anne Tanrıça Isis'in elinde görülür. Bu tür çizimlerde Ankh Isis'in hayat vericiliğini, kutsallığını sembolize eder. Bunun haricinde her tanrının Ankh ile çizimleri olabilir. Bir resimle Ankhı incelersek:




Ankhın üzerinde yuvarlak olan bir haç olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yuvarlaklık, ovallik her zaman sonsuzluğu sembolize etmiştir. Sonsuzluk sembolünün Ankhın üzerine konulmasının sebebi ruhlar dünyasını sembolize etmektedir. Pentagramda ruhun en üst uçta sembolize edilmesi, Yaşam Ağacının yukarıya doğru uzayan dalları gibi ufak ayrıntılar asla tesadüf değildir. Bu yüzden dairenin altında kalan 2 kol gibi duran kısmın bu dünya ve ruhlar dünyası arasındaki ayrım olduğu kanısına varabiliriz. Aşağıya doğru uzanan çubuk ise dünyadaki yaşamı gösterir. Kısacası bu sembol sonsuz bir yaşam döngüsüdür. Ruhlar dünyasının yuvarlak, bizim dünyamızın ise çizgi olmasının sebebi ise ruhların sonsuz olduğunu ve ölmediklerini gösterir. İnsanlar evlendiklerinde de aslında bu yüzden yüzük takarlar. Yüzük bir dairedir ve evlene kişilerin birbirlerine olan aşkının sonsuzluğunu sembolize eder.

Bazen Ankhın anahtar şeklinde tutulduğu hiyeroglifler görmek de mümkündür. Bu hiyerogliflerde Ankhı anahtar şeklinde tutan kişi Isis'in sırlarına erişmeye yeterlilik göstermiş kişi anlamına gelir. Bu yeterlilik bazı testleri geçmekten ziyade, belli olgunluğa ulaşmak ve belli bir bilgi derecesine sahip olmakla alakalıdır.

Ankh sonsuz yaşamın sembolüdür fakat bu sonsuz yaşam ölümsüzlük ile karıştırılmamalıdır. Ölüm sonsuz yaşamın bir parçasıdır. Ölülerin üzerine çizilen Ankh sembolü de o kişinin reenkarne olacağını sembolize eder.

Bu yazıdan sonra herhalde Isis'den bahsetmezsem sizlere çok ayıp etmiş olurum. :) Bir daha ki yazıda Tanrıçalara ve Tanrılara biraz değineyim bari.

Ankh resminin büyüğünü isteyenler için: Ankh!

15 Ekim 2014 Çarşamba

Paganlar ve Alkol Kültürü

Evet, ilginç bir konudan bahsedeceğiz bugün. Tüm semavi dinlerce yasaklanan alkolün Paganizmde ki yerine kısaca değineceğiz ve bununla beraber biraz genel kültür, biraz da insanlık tarihi hakkında fikir sahibi olacağız.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki bulunan ilk insana hoş hissettiren içki biradır. Tam olarak hangi ülke veya topluluk tarafından icat edildiği bilinmese de Babiller, Sümerler veya Mısırlıların bulunduğu çevreden ortaya çıktığı düşünülmektedir. Biranın icadı milattan önce 6000'li yıllara kadar uzanmaktadır. Peki bira nasıl bulunmuştur?

Bunu anlamak için biraz daha gerilere gitmemiz gerekiyor. İnsanların kabaca düşünürsek tarihlerinde üç şekil toplum vardır. İlkel toplum, barbar toplum, uygar toplum. Öncelikle bunların tanımlarına bakalım:

İlkel Toplum: İnsanların sınıflara ayrılmadığı, avcılık ve toplayıcılıkla uğraştığı dönem. İlkel toplumda yüksek sınıf insan diye bir şey yoktur. Sadece bir reis veya lider vardır. Onun haricinde herkes eşittir ve görevini yerine getirmekle yükümlüdür.

Barbar Toplum: Barbarlık günümüzde her ne kadar kafa kopartan, vahşi gibi anlamlarda kullanılsa da asıl anlamı yerleşik olmayan halk demektir. Yerleşik olmayan halk yaşamını sürdürmek için sürekli hayvancılık yapmak, yağmalamak ve seyahat etmek zorundadır.

Uygar Toplum: Yerleşik hayata geçmiş, tarım ile uğraşan, içlerinde sınıf sistemini oluşturmuş toplumdur. Bu toplum savaşçılıktan çok uzlaşmacı yaklaşım izler. Toplum içerisinde bir çok sözü geçen sınıf vardır. İnsanlar toprak sahibidir.

Barbar toplumlar ve Uygar toplumlar arasında hep bir savaş süregelmiştir. Batı Roma barbar topluluklar tarafından çok büyük darbeler almıştır. Roma kadar güçlü olmayan uygar toplumlar ise barbarlara haraç vererek onlardan korunmuştur. Yani uzlaşmacı tavır izlemiştir.

Peki, uygar toplumlarda tarım çok büyük yer kaplıyordu dedik. Tarım ile ne ortaya çıktı? Tarım insanlara ne gibi bir kolaylık sağladı? Neden hala barbar toplumlar yok? Nasıl tarım herkesin yerleşik hayata geçmesini sağladı? Çünkü yerleşik toplumların yiyecek sıkıntısı hiç olmuyordu. Tarım toplumları gelen barbar kavimlere istedikleri yiyeceği verseler bile hala kendilerine yetecek kadar yemekleri kalıyordu fakat barbar bir toplumun yemeği garanti değildi ve yaptıkları iş riskliydi. İşte bu noktada toplumlar birer birer yerleşik hayata geçti ve bunun sonucunda toplum yapısında değişiklikler oldu. Örneğin; eskiden yük olarak görülen çocuklar artık ek iş gücü olarak görülmeye başlandı ve bu yüzden aileler çocuk yapmaya başladılar. Ortalama yaşam süresi uzadı çünkü tarım riskli bir iş değildi. Eskiden genç ve fiziksel olarak güçlü olan kişiler değerliyken tarım devriminden sonra tecrübeli ve bitkiler hakkında bilgili kişiler değerli oldu.

İşte tam da bu sırada bira keşfedildi. Bira ilk bulunduğunda soğutulmadan, çorba gibi içiliyordu. Kralların ve Tanrıların nektarı olarak anılıyordu. Kişinin beynine yaptığı etkiden dolayı dini ritüellerde, kutlamalarda içiliyor ve tanrılar için kurulan sunaklarda adak olarak adanıyordu. Sümer mitolojisinde Gılgamış, Enkidu'yu (Enkidu vahşi bir insandır.) kabul etmeden önce ona ekmek yedirdiği (tarım ürünü ile besleme), yıkadığı (temizleme) ve bira içirdiği (kutsal içeceği içme) anlatılır. Bu ritüelden sonra Enkidu Gılgamış'ın insanlarından biri olarak kabul edilir.

Bu ritüelin bir benzeri günümüzde Hristiyanlar tarafından gerçekleştirilmektedir ve çıkış noktası da Gılgamış'ın bu hikayesidir. Bu ritüele "Efkaristiya" adı verilir. Hristiyanlar bu ritüelde ekmek yerler çünkü o İsa'nın bedenidir, şarap içerler çünkü o İsa'nın kanıdır ve İncil okurlar çünkü o İsa'nın sözüdür. Bu ritüel Hristiyanların Paganlardan çaldığı birçok şeyden sadece biridir.

Bira ile beraber şarap da Pagan kültüründe bir hayli değerli ve önemli bir içecektir. Yunan mitolojisinde şarap Tanrısı var desem belki bana inanmazsınız fakat ciddi ciddi böyle bir Tanrı var! Şarabın ilk kez bulunması milattan önce 5000'li yıllara dayanıyor. Yani şarap biradan 1000 yıl kadar sonra bulundu diyebiliriz. Şarap da aynı şekilde dini ritüellerde, eğlencelerde, sunaklarda tanrılara sunulmak ve misafirlere ikram etmek için kullanılıyordu.

Yunan mitolojisinde Dionysus  (Roma mitolojisinde Bacchus olarak anılır) şarap tanrısıdır. Bu dönemlerde şarabın ve biranın ritüellerde kullanılmasının sebebi muhtemelen zihni serbest bırakmasıdır. Biranın ve şarabın daha yaratıcı düşünmeye sebep olduğu bilim adamları tarafından da onaylanmıştır.

Umarım insanlık tarihi ve Pagan kültüründe alkolün kutsallığı hakkında bir fikir edinmişsinizdir. Fakat sakın unutmayın! Alkol, eğlencelerde ve ritüellerde içilmek veya Tanrı ve Tanrıçlara adak olarak sunulmak içindir! Alkollü araç kullanmak veya alkolü sürekli olarak tüketmek hem sizlere hem de çevrenize zarar verecektir. Şu da bir gerçektir ki kararında şarap kalbe, kararında bira ise böbreklere iyi gelmektedir. Bunları da aklınızın bir köşesinde bulundurun ve ona göre içki tüketin.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Paganlar ve Eserleri

Uzun bir aradan sonra tekrar bir yazı yazmaya karar verdim. Aslında yazı yazmayı çok sevsem de konu bulmakta zorlanıyorum ve neler insanların ilgisini çeker pek kestiremiyorum. Paganizmle ilgili bir çok temel bilginin blog'da olması da konu bulmamı zorlaştıran bir etken. Neden bahsetmeye karar versem daha önce o konu hakkında yazdığımı fark ediyorum. Diğer dinlerin açıklarını yazıp onların üzerine gitmek arada bir eğlenceli olsa da bunu da çok yapmak istemiyorum. İnternet üzerinde bunu yapan onlarca ateist sayfa halihazırda var ve ben bunu çok yapıcı bulmuyorum açıkçası. Bugün bahsedeceğim konu ise Pagan uygarlıkların gerisinde bıraktığı miraslar.

Öncelikle Paganizm dendiğinde aklımıza ilk gelmesi gereken şeylerden birisi mitoloji, diğeri ise mimari. Belki de tarihte en gizemli yapılar Paganlar tarafından inşa edilmiştir. Bunu kanıtlamak için çok fazla uğraşmaya gerek yok sanıyorum. Dünyanın 7 harikasına göz atmanız inanmanıza yeterli olacaktır. (Hala Paganların inşa ettikleri yapıların bir çoğunun nasıl yapıldığı bir soru işareti.)

Bunun dışında kimya, tıp, biyoloji gibi bilimsel alanların kurucularının da Paganlar olduğunu söylemeye gerek bile olmadığını düşünüyorum. Eğer eski insanlar semavi bir dine mensup olsalardı muhtemelen bu gelişmelerin bir çoğu olamayacaktı. Şu an İslam alemine baktığımızda bunu çok net bir şekilde görebiliyoruz. Aynı şekilde eğer Avrupa'nın karanlık çağlarına göz atarsak o zamanlarda da Hristiyan aleminin gelişmeleri durdurduğunu görebilirsiniz.

Eğer bana "Peki, madem Paganlar bu kadar ilerleme kaydediyorlardı neden Amerika'ya koloniler gittiğinde ilkel insanlarla karşılaştılar?" diye bir soru sorarsanız, ben de size ilkelliğin ne olduğunu düşünmenizi söylerim. Kızılderililer hala aynı şekilde yaşıyorlar. Bilmediklerinden mi bunu yapıyorlar? Hayır, onlar da sizler kadar bilgililer dünyada neler olduğu hakkında fakat olay şu ki, onlar bu tür bir gelişmeyi istemiyorlar ve mutlular. "Modern" diye tabir ettiğimiz insanlardan kaçı mutlu? Bizler dostlarım, çok yanlış bir şekilde geliştik. Gelişmeye çalışırken çok yanlış bir yola saptık ve o ilkel dediğimiz insanlar o yola sapmadılar. Bu yüzden her gün kravat takıp işe gitmek ve kölelik yapmak zorunda değiller, hayatları boyunca okumak zorunda da değiller. Şimdi söyleyin onlar mı ilkel, yoksa bizler mi ilkeliz?

Paganların önemli gelişmelere imza attığı diğer bir alan ise kesinlikle edebiyattır. Paganlar, gerek yazılı, gerek sözlü edebiyata destanlar, şiirler ve hikayeler ile inanılmaz bir katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde şuan kullandığımız fiil, isim gibi şeyler de ilk kez Antik Yunan düşünürleri tarafından isimlendirilmiştir ve her kelime böylece gruplara ayrılmıştır. Kısacası dil ve edebiyat Paganlar sayesinde inanılmaz bir ilerleme göstermiştir. Belki de Paganlar o destanları yazmasalardı şu an Yüzüklerin Efendisi gibi seriler olmayacaktı.

Kısacası insanlık tarihinde bir çok gelişme Paganizm sayesinde olmuştur. Peki, semavi dinler aynı şeyi söyleyebilir mi? Hiç sanmıyorum.

Not: Yazının sonuna gelirken şunu da belirtmek istiyorum. Bu blog hakkında şöyle bir planım var. Eğer blog fazla ziyaret edilmeye başlanırsa bloga reklam almayı planlıyorum. (Google ads falan gibi.) Ve bu reklamlardan elde edilen parayı ise tüm Paganlar adına yardım kurumlarına bağışlamayı düşünüyorum. Blogu ilk açtığımda reklam almamam gerektiği konusunda kesin düşüncelerim vardı fakat böyle düşününce hiç fena fikir değilmiş gibi geldi doğrusu. Fakat dediğim gibi bu sadece bir plan ve henüz düşünme aşamasındayım. Bir, iki Pagan arkadaşıma danışıp karar vereceğim. Sizler de görüşlerinizi bildirebilirseniz sevinirim.

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Semavi Dinlerin Bilime ve Gelişmeye Etkisi

Aşağıdaki grafiğe bakacak olursak Müslüman ülkeler hala karanlık çağları yaşıyor diyebiliriz sanırım. Grafiğin orijinali: Orijinal Görsel



İslam devriminden önce İran:


Semavi dinler insanlık önünde bir engeldir. Bir toplum Semavi bir dinle yönetiliyorsa o toplumda, o dine inanmayan insanlar kesinlikle mağdur olacaktır. İran buna en güzel örnektir. İran, kadınların 7 yaşından itibaren başlarını örtmesini zorunlu kılıyor ve başörtüsü olmayan kadınlara ceza kesiyor. Bu tüm İran'ın Müslüman olduğunu varsaymak ve orada yaşayan Ateistleri ve başka din mensuplarını gözardı etmek demek. İşte karşınızda hoşgörü dini!

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Paganizmde Evlilik Törenleri

Bu güzel yaz akşamında neşeli, enerji veren bir konuya değinmezsem olmazdı... Evet, konu başlıktan da gördüğünüz gibi Paganizmde evlilik törenleri! Şimdiye kadar bir çok şeyden bahsettim, Paganizmde 3 çeşit evlilik olduğunu da söyledim. (bazıları iki kabul ederler fakat aslında ikisi de doğrudur.) Şimdi ise düğünde yapılan bazı geleneklerden bahsetmek istiyorum. Soğuk içeceklerinizi hazırlayın ardından da yazının ve öğrenmenin keyfini çıkartın! Not: Nefertari'ye bana bu konuda yazmamı önerdiği için teşekkür ediyorum! Bazen konu bulmak gerçekten zor oluyor.

Öncelikle tekrar üzerinden geçmekte fayda var Paganizmde üç çeşit evlilik vardır. Bunlardan birincisi bir yıl ve bir gün süren evliliktir. Bu evliliği yapan eşler bir yıl ve bir gün sonra sözlerini yenilemek zorundadırlar. İkinci evlilik ise ömür boyu evliliktir. İki kişi hayatları boyunca birbirlerine bağlı kalacaklarına yemin ederler ve bir ömür evli kalırlar ve son olarak üçüncü evlilik şekli ise sonsuza dek evliliktir. Bu evlilik türü ise öldükten sonra ve hatta tekrar dirildiğinde bile aynı kişiyi seveceğine yemin etmekten ibaret. İşte olay tam olarak burada ikileme yol açıyor. Bazı yabancı Paganlar ömür boyu evlilik ile sonsuza dek evliliğin aynı olduğunu savunuyorlar çünkü Paganizme göre reenkarnasyon var ve bu demek oluyor ki insan ömrü reenkarne olduğu sürece devam ediyor ve sadece beden ölüyor. Bunu düşünerek iki tür evlilik var da diyebilirsiniz fakat bana üç tür demek her zaman daha mantıklı gelmiştir. Çünkü reenkarne olduğunuzda yaşayacağınız yaşam tamamen bu ömrünüzden farklı olabilir fakat bu birisi yanlış, öteki doğru demek değildir. İki yaklaşım da doğrudur sadece farklı şekillerde ifade edilmiştir ve bu evlilikleri bu şekilde ayırmak zaten çok da mantıklı değildir.

Paganizmde evlilik törenleri çok renkli görüntülere sahne olan bir kutlamadır. Çok yaygın olan geleneklerden sizlere sırayla bahsetmem gerekirse:

Kutsal Alan Oluşturulması: Buna ilk aşama diyebiliriz. Evlilik töreninin yapılacağı alanın bir kısmı taşlarla veya tamamen hayali olarak bir daire ile çevrilir ve bu alan 4 element ile kutsanır.(5. element olan ruh zaten sizlersiniz ve o dairenin içindesiniz.)

Tanrıların ve Tanrıçaların Çağrılması: Evlenecek olan iki kişiyi korumaları için Tanrılara ve Tanrıçalara dua edilir ve evlilik töreni onların huzurunda gerçekleşir.

Yemin Töreni: Evlenecek olan iki kişi daha önce kararlaştırdıkları yeminleri birbirlerine ederler. Bu yemin evliliğin türüne göre değişecektir. bir yıl ve bir gün için evli olan çiftler ömür boyu bağlılık yemini etmeyeceklerdir. Karşısındakine bir yıl ve bir gün bağlı kalacağına dair yemin edeceklerdir. Paganizmde yemin bozmamak çok önemli bir olaydır. O yüzden özellikle Tanrılar ve Tanrıçalar huzurunda edilen bu yeminler büyük önem taşır ve asla bozulmaz. (Ayrılık olayı tabii ki var fakat sonsuza dek evli olan çiftler ayrılamazlar. Bu yüzden bir yıl ve bir günlük evlilik var.)

Handfasting: Pagan Rahibin veya Rahibenin huzurunda iki kişi el ele tutuşur ve Rahip-Rahibe onların ellerini bağlar. Daha sonra elleri çözülür fakat evli olan çift birbirinin ellerini bırakmaz. Bu onların hiçbir fiziksel bağ olmasa dahi birbirlerine karşı hissettikleri duygular sayesinde hep bağlı kalacaklarını temsil eder. Bu eylem genellikle gün batımı veya gün doğumu esnasında yapılır. Böylece hem ay hem de güneş evliliğe şahit olabilir.

Süpürge Üzerinden Atlama: Bu da tamamen sembolik bir şeydir. Süpürgeden el ele tutuşan çift atlarlar ve bu onların eski, yalnız hayatlarını geride bırakıp, yeni ve başkasıyla paylaştıkları hayata girişlerini temsil eder.

Yüzük Töreni: Evlenen iki kişinin birbirine yüzük taktığı törendir. Günümüze kadar ulaşan bir gelenektir.

Ziyafet: İnsanların eğlendiği, şarabın su gibi aktığı, etlerin yendiği kısımdır. (En güzel kısım yani :)

Kısacası Pagan düğünlerinin en güzel yanı kimsenin sizi zorla oyun havası oynatmak için kaldırmaması! :) Şaka bir yana Pagan düğünleri Türk kültüründeki düğünlere göre daha sakin, daha durağan fakat bence daha huzurlu ve eğlenceli törenler.

Eğer bir gün böyle düğün yaparsanız bizi de davet etmeyi unutmayın! :)

28 Temmuz 2014 Pazartesi

American Horror Story: Coven (Pagan Açısından İnceleme)



Evet, şu aralar çok popüler bir dizi olan American Horror Story'nin yanılmıyorsam üçüncü sezonu olan Coven'ı ben de normalde çok dizi izlemesemde kız arkadaşımın da ısrarları ile izledim ve dizi cadıları konu aldığından dolayı sizler için dizi hakkında ufak bir inceleme yapmak istedim. Umarım ilginizi çeker ve hiçbir spoiler vermeden yazıyı bitirebilirim!

Öncelikle dizinin adından başlamak lazım incelemeye. Amerikan Korku Hikayesi: Kovan. Her ne kadar benim izlediğim internet sitesinde alt yazılarda "coven" kelimesi "cadılar meclisi" olarak çevrilmiş olsa da ben kovan kelimesini kullanmayı daha uygun buluyorum. Çünkü Vikalar yani Pagan inancında cadıların devamı olarak görülen grup bu kelimeyi coven kelimesinin Türkçe karşılığı olarak çoktan kabul etmiş durumda ama tabii ki çevirmene kızamayız. Bu muhtemelen çok yabancı olduğu bir konuydu ve internetten ufak bir araştırma yapıp kovanın cadılardan oluşan bir meclis olduğunu düşündü. Sağlık olsun deyip geçiyorum.

Öncelikle dizide her cadının doğuştan telepati, telekinezi gibi yeteneklere sahip olduğu gösteriliyor. Bu tabi ki kurgusal bir şey. Cadıların yani Vikaların özel güçleri yoktur. Onlar sadece insandır. Hazır güçten bahsetmişken dizide "Supreme" diye bahsedilen altyazılarda "Yüce" diye çevrilen kişiden bahsetmek lazım. Dizide yüce unvanına sahip kişi kovanda bulunan en yetenekli ve güçlü cadı oluyor. Gerçekte sanırım yüce kavramının yerini Başrahibe doldurabilir. Başrahibeler kovanın kurucusu veya kovandaki üyeler tarafından seçilmiş kişiler olabilirler. Vika kovanlarında en bilge ve en yaşlı kadın genelde başrahibe unvanını alır fakat bu unvan ona Jedi güçleri vermez. Aksine sırtına kovanın geleceğini düşünmek gibi bir sorumluluk yükler.

Gözüme çarpan şey ise dizide hiç erkek cadı olmamasıydı. Sadece bir bölümde yaşlı bir erkek cadı çıkıyor o kadar. Bu aslında çok yaygın bilinen bir yanlışı gözler önüne seriyor. Evet, bu yanlış cadı kelimesinin feminen olduğu yanılgısı. Erkek ve kadın cadılar olabilir. Bu yanılgının sebebi zannediyorum orta çağda yakılan cadıların çoğunluğunun kadın olması. Yalnız şunu göz önünde bulundurmak gerekir ki kadınların ağırlıklı olarak yakılmasının sebebi Paganizmin değerlerine yapılan bir saldırıdır. Kadınlar Tanrıçaların yeryüzündeki yansımasıdır ve Paganizm anaerkil bir dindir. Kısacası kadınların çoğunlukla yakılmasının sebebi budur. Şunu da belirtmek gerekir ki dizide kovanın yöneticisi sadece yüce yani başrahibe unvanına sahip olan Fiona isimli hanımefendiydi. Normal Vika kovanlarında kadın ve erkek sayısı mümkün olduğunca dengede tutulmaya çalışıldığı gibi Boynuzlu Tanrı'yı temsil etmesi amacı ile bir de başrahip seçilmektedir. Ritüellerde başrahibe Tanrıçayı ve başrahip ise Boynuzlu Tanrı'yı temsil edecektir. Bu tabii ki ritüellerde onlara tapıldığı anlamına gelmiyor. Önder olan kişiler kovandaki diğer üyelere yol göstermek, onlara öğretmek ve onları eğitmek gibi bazı misyonları üstlenirler. Olay bundan ibarettir.

Bir diğer dikkatimi çeken olay ise dizide, kovandaki cadıların birbirlerini neredeyse öldürecek duruma gelmesi ve hepsinin kovanın yöneticisi olmak istemesi. Gerçek Vika kovanlarına alınan kişiler kabul töreninde kovana bağlılıklarına dair yemin ederler ve Vika kovanındaki herkes birbirini korumakla yükümlüdür. Üyeler arasında sonsuz güven esas alınır, kovanlarda genellikle 3 seviye vardır, problem çıkartan kovanın selameti için kovandan atılabilir. Yalnız şuna dikkat etmek gerekir ki bu aforoz etmek gibi bir eylem değildir. Olay sadece kişinin o gruptan uzaklaştırılmasıdır. Uzaklaştırılan kişi başka bir kovana üye olabilir yahut yalnız olarak yoluna devam edebilir.

Son olarak dikkatimi çeken saçmalık ise cadılardan birisinin (sanırım Madison) İsa'yı anması ve ona inandığını ima etmesi oldu. Cadılar İsa'ya veya onun dini olan Hristiyanlığa inanmazlar. Cadılar Vika felsefesini benimsemiş Paganlardır.

Bu kadar kötüledikten sonra son söz olarak yakalanan güzel ayrıntıları belirtmem gerekecek sanırım. Bir sahnede Fiona yani başrahibe büyü yaparken Hekate'ye yakarıyor. Bu belkide benim Hekate'ye duyduğum sempatiden dolayı bana hoş geldi, emin değilim ama gerçek Vikalar'da Hekate'nin büyü tanrıçası olduğuna inanırlar ve büyü yaparken onun adını anarlar.

Diğer hoş ayrıntı ise cadıların hepsinin siyah giyinmesi oldu. Vika felsefesini taşıyan kişilerde gerçekten siyaha bir yönelim vardır ve bir diğer ufak ayrıntı ise sezonda 13 bölüm olması.

Bunlar dışında eğer sizlerin dikkatine takılan bir şey varsa duymaktan mutlu olurum. Umarım bu yazıdan zevk almışsınızdır. Biraz dizi incelemesi gibi oldu fakat moda olan ve bizi ilgilendiren bir şeyin dikkat çekeceğini umuyorum.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Sıcak havalar

Bu sıcak havalarda sokakta gördüğünüz aç ve susuz hayvanları beslemeyi unutmayın! Hekate'nin köpekleri, Bastet'in kedileri ve Odin'in kargaları sizlere minnettar olacaklar!

Ha bir de köpek besledikten sonra ellerinizi yıkamayı da unutmayın, çok fena yalıyorlar! :)

27 Haziran 2014 Cuma

İletişim için E-mail adresi

Eğer bana soracağınız sorularınız, blogla ilgili istekleriniz veya benimle sadece konuşmak istediğiniz şeyler varsa bana yesilpentagram@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz!

Bir karikatür daha!

Umarım okurken sizler de benim kadar eğlenirsiniz!



Orijinal hali için buraya tıklayın

Büyük hali için buraya tıklayın

Oruç

Ramazanın yaklaşması ile birlikte hoşgörü dini İslam'a inanan kişilere dikkat etmenizi önermek istedim. Hepinizin bildiği üzere insanlar açken daha agresif oluyorlar.

Müslümanların tuttuğu oruç ile ilgili anlamadığım kısım şu; neden insan kendisi oruç tuttuğu için çevresindekilerin de tutmasını ister? Bu mantıklı bir şey mi? Geçen senelerde tanıdığım Müslüman birisi bana oruç tuttuğunu ve terbiyesizin birinin gelip önünde su içtiğini söyledi. Su içmek ne zamandan beri terbiyesizlik oluyor? Senin oruç tutman beni hiç mi hiç ilgilendirmez. Hatta istiyorsan ölene kadar aç kal bu beni yine ilgilendirmez fakat sen dininin gerekliliğini yerine getirirken bu kafa yapısındaysan işte orada durmanı ve kendini toparlamanı öneririm. Senin oruç tutuyor, namaz kılıyor veya başka türlü Müslümanlara ait olan ibadetleri yerine getiriyor olman bunları herkesin yapması gerektiği anlamına gelmez. Her ne kadar Semavi dinlere inanan kimseler kabul etmek istemeseler de bu dünyada onlarca belki yüzlerce ve hatta belki de binlerce din var ve bu dinler en az Semavi dinler kadar gerçek. En az diyorum çünkü pek çoğu üç kutsal kitaplı dinden daha mantıklı.

Bunları neden mi söylüyorum? Semavi dinlere olan nefretin neden git gide arttığını görmeniz için. Semavi dinlere inanan kimseler başkalarına saygı duymadığı sürece diğer dinlere mensup veya ateist kişilerden de saygı görmeyi beklememeliler.

Bu ön açıklamadan sonra asıl konumuz olan Paganizmde oruç anlayışına gelebiliriz.

Paganizmde oruç anlayışı İslamda veya Yahudilikte olduğundan çok farklıdır. Oruç Paganizmde bir ritüele hazırlanma metodu yahut ruhsal dinlenme metodu olarak kullanılır. İslamda olan oruçtan farkı ise bir ay sürmemesi ve oruç süresince bazı gıdaların tüketilebilmesidir. Paganizmde oruç tutan kişi sıvı tüketebilir. Kendisine belirlediği belli saatlerde yemek yiyebilir. Kısacası Paganizmde oruç tamamen size kalmış ve  pek acıkmadan atlatabileceğiniz bir şey.

Genel olarak Paganlar meditasyon yapmadan önce oruç tutmaya başlayabilirler. Böylece tanrılara daha çok yaklaşacaklarına ve daha iyi konsantre olacaklarına inanırlar. Ritüellerden önce tutulan oruç da aynı şekildedir. Fiziksel güçten feragat edip, ruhsal güce ulaşmaya çalışmayı temsil eder.

Fakat şunları unutmayın!

- Kalp rahatsızlığı, kanser veya kana bağlı hastalıklarınız(anemi gibi) varsa
- Bağışıklık sisteminiz yeterince güçlü değilse
- İştahsızlık probleminiz veya çok yemenizi gerektiren bir hastalığınız varsa
- Hamileyseniz veya çocuk emziren bir anneyseniz
- Bazı psikolojik sorunlarınız varsa

Her ne kadar Paganizmde oruç zor bir şey olmasa da bünyenizi biraz zorlayacaktır. Özellikle yukarıda belirttiğim maddelerden en az birisine sahip bir kişi oruç tutmamalıdır.

8 Haziran 2014 Pazar

Pagan İsmi Seçmek

Bütün Pagan olan bireyler kendilerine yeni bir isim seçerler. Bu isim onların ritüellerde, diğer Paganlarla olan etkinliklerde ve benzeri olaylarda kullanacakları isimdir fakat isim seçerken bazı kurallara dikkat edilmesi gereklidir. Bunlar klasik görgü kuralları tarzı şeylerdir. Bugün sizlere kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum. Ayrıca Rune Alfabesi ile ilgili yazı çok ilgi çekmediği için onun devamını getirmemeye karar verdim. Belki sonraki günlerde istek olursa Futhark karakterlerinin anlamlarını yazabilirim. Şimdi konuya dönüyorum.

Demin de belirttiğim gibi her Pagan birey isim seçmek isteyecektir ve isim seçiminde inanıyorum ki bir çok Pagan kararsız kalacaktır. Bu kararsızlığınızı yenmeniz için öncelikle Tanrı ve Tanrıçaları bilmenizi ve onları araştırmanızı öneririm. Tanrılar ve Tanrıçalar arasında sizin kendinizi yakın hissettiğiniz biri kesinlikle olacaktır ve ona yakın isimler tercih etmek bir çok Pagan'ın uyguladığı bir yöntemdir. Kendimden örnek vermek gerekirse; ben Hekate'yi kendime çok yakın görüyorum, köpekleri seviyorum ve bu yüzden de bununla alakalı bir isim buldum. Lykos. Yunancada Lycos "kurt" anlamına gelmekte ve Hekate'nin ismi de bazı kaynaklarda Hecate bazılarında ise Hekate olarak geçer. Ben de bu yüzden Pagan ismimin bununla alakalı bir şey olması gerektiğini düşündüm ve Lycos ismini almak yerine Lykos ismini aldım. Köpeklerle ve Hekate ile alakalı bir isim ve bu ismi seçtiğim için pişman değilim hatta aksine çok yaratıcı ve güzel olduğunu düşünüyorum.

Kendinizi yakın hissettiğiniz Tanrı veya Tanrıçanın isminden esinlenerek isim almak bir yöntem fakat burada dikkat etmeniz gereken şey şu; isminden esinlendiğiniz Tanrı veya Tanrıçaya hakaret etmemek. Örneğin; isminizi seçerken Odin'e ne kadar yakın olduğunuzu fark ettiniz diyelim. Bu yüzden kendinize onun oğlu olan Thor'un ismini vermemelisiniz. Bu pek hoş olmaz. Onun yerine Odin'den esinlenerek kendinize yeni isimler bulmalısınız. Mesela Odin'in sembolik hayvanı kargadır. Eski İskandinav dillerinde bildiğim kadarıyla Hrafn karga demek oluyor. Bunu kendinize isim olarak alabilirsiniz. Tabi ki istediğiniz ismi seçmekte özgürsünüz fakat şöyle düşünün. Gerçek hayattaki isminiz ömrünüz boyunca size bağlı kalıyor ve tüm ömrünüzü onunla geçiriyorsunuz. Bu yüzden bir kez seçip, tam seçmek bence en uygunu olacaktır.

Dikkat etmeniz gereken diğer unsurlar ise isimlerin anlamları ve ileri görüşlülük. Birçok kişi isim seçerken sadece kulağa nasıl geldiğine dikkat ediyor ve eğer hoşlanırsa o ismi seçiyor. Bu tabi ki sizin bileceğiniz bir şey fakat bence ismi seçerken anlamına da dikkat etmelisiniz. İleri görüşlülükten kastın ne diye soracak olursanız insanların ilgi alanları, sevdikleri şeyler değişebilir. O yüzden kendinize bugün sevdiğiniz bir şeyden isim vermek yerine her zaman seveceğiniz bir şeyden esinlenerek isim vermenizi tavsiye ederim.

Kaçınmanız gereken bir diğer şey ise unvanlar. Örneğin isminizi seçtiniz ve isminizin Lykos olması gerektiğine karar verdiniz. Lykos'un başına Sir, Lady gibi unvanlar getirmeniz hoş olmayacaktır çünkü bu tür unvanlar genellikle büyük Pagan toplulukların liderleri tarafından kullanılıyor. Eğer ileride büyük bir grubun lideri olursanız o zaman zaten grup üyeleriniz size bu tür unvanlar vereceklerdir.(Başrahip, Başrahibe vb.)

Yazının sonuna gelirken sizlere şunu hatırlatmak isterim ki isim seçmek sabır gerektiren bir iştir. Bazı eski Pagan kültürlerinde Pagan ismi 1 yıl ve 1 gün araştırma yapıldıktan sonra seçilirdi. Biliyorum isminizi seçmek için sabırsızlanacaksınız fakat bunu ciddiye alıp en azından bir süre araştırma yapmanız gerekecektir. Unutmayın bu isim sizlerin diğer Paganlar ve Tanrılar-Tanrıçalar karşısındaki isminiz olacak!

5 Haziran 2014 Perşembe

Gölgeler Kitabı ve Runeler

Evet, uzun bir aradan sonra finallerin bitmesi ile birlikte tekrar yazılar yazmaya başlıyorum! Bugün sizlere biraz Gölgeler Kitabı yani Book of Shadows kavramından bahsetmek istiyorum. Gölgeler Kitabı her Pagan bireyin kendi bulduğu veya öğrendiği şeyleri not aldığı bir nevi not defteri olarak başlar fakat zaman geçtikçe o not defteri bireyin sürekli açıp baktığı, yararlandığı bir kitap halini alır ve Gölgeler Kitabının oluşturulma amacı da budur.

Pagan kişiler bir çok ayin, büyü veya kutlamayı akıllarında tutamayacakları için ve bunlardan daha sonra da yararlanmak istedikleri için Gölgeler Kitabı adını verdikleri bir kitap oluştururlar. Bu kitaba buldukları tüm ayinleri, metodları ve aklınıza gelecek her şeyi yazarlar.

Gölgeler Kitabını yazarken bazı Paganların farklı alfabeler ve diller kullandığı da görülmüştür. Örneğin; okuyan kişilerin kitabınızdan bir şey anlayamamasını istiyorsanız Rune Alfabesi kullanabilir ve notlarınızı İngilizce yazabilirsiniz. Rune Alfabesi gerek Avrupa'da gerekse Asya'da yaygın olarak kullanılmış bir alfabedir. Milattan sonra 100 gibi bir yılda bulunduğu tahmin edilmekte fakat kim tarafından bulunduğu bilinmemektedir. Avrupa'da Almanlar, Anglo-Saksonlar, İskandinavların yanı sıra Asya'da Türkler'de bu alfabeyi kullanmıştır. Bu alfabeyi öğrenmek isteyenler için Anglo-Saksonların kullandığı versiyonunu ve Türklerin kullandığı iki versiyonu buraya yazının sonuna ekleyeceğim. Bana Anglo-Saksonların kullandığı versiyon çok daha kolay geldiği için ben onu öğrenmeyi ve kullanmayı seçtim. Türkçe karakter eksikliğini de kendi bulduğum karakterler ile giderdim. Sizler de böyle bir yol izleyebilirsiniz.

Rune Alfabesi Paganlar tarafından yaygın olarak büyü ve fal amaçları ile de kullanılır. Her Rune karakterinin bir anlamı ve ismi vardır. Runeler gelecekten haber vermezler fakat birçok Pagan onlara danışıp, onların verdikleri anlamlara göre hareket ederler. Bu fal bakma işlemi genelde İskandinavların kullandığı Runeler ile gerçekleştirilir. İskandinav Runelerine "Futhark" adı veriliyor.

Runeleri kullanarak fal bakmayı ve Runelerin anlamlarını çevirip bir sonraki yazımda sizlerle paylaşacağım.

Türklerin kullandığı alfabeler için tıklayın

Anglo-Saxon Alfabesi için tıklayın

6 Mayıs 2014 Salı

Finaller, ödevler...

Finaller yaklaşıyor ve şu aralar çok yoğun bir şekilde ödev yapmak zorunda kalıyorum o yüzden ne yazık ki bu ay sonuna kadar yazı yazamayacağım (zaten ay sonunda okul kapanıyor.) fakat düşündüğüm çok güzel yazılar var! Bu gecikmeyi telafi edeceğim merak etmeyin!

21 Nisan 2014 Pazartesi

Beltane Yaklaşıyor!

Pagan bayramlarından biri olan Beltane yaklaşıyor! 1 Mayıs'ta beltane için kutlama yapmak isteyen Paganlara buradan duyurulur! Mumlarınızı, sunağınızı, çiçeklerinizi hazırlayın!

Beltane kısaca yazın geldiği ve doğanın tekrar canlandığı gündür. Vikalar bunu Tanrı ve Tanrıçanın evlendiği gün olarak görürler. Eski Paganizm inancında Tanrılara ve Tanrıçalara yaz geldiği için ve bereketli bir yaz olması için Beltane'de dua ve şükredilirdi. Bugünün sembolleri büyük ateşler, bitkiler ve hayvanlardır. Eskiden İrlandalı ve Kelt Paganlar bu bayramı ziyafetler vererek, şarap içerek ve eğlenerek kutlarlardı. Ne kadar sabırsızlandığınızı şimdiden hissedebiliyorum!

Sizler için iki tane örnek Beltane kutlama fikri düşündüm. Sizler de bu örneklerden yola çıkarak kendi beltane kutlamanızı yapabilirsiniz. İlk fikir zamanı ve gerekli malzemeleri olan Paganlar içindir. İkinci fikir ise yeterli  zamanı olmayan veya gerekli malzemeleri temin edemeyecek Paganlar için. Kendinize uygun olan kutlamadan yola çıkarak kendi kutlama şeklinizi bulup Beltane'i kutlayabilirsiniz. Şimdiden Tanrılar ve Tanrıçalar yaz günlerinde sizleri kutsasın! Beltane sizlere mutluluk, sağlık ve huzur getirsin!

Fikir 1: Eğer bir sunağınız varsa sunağınızı canlı çiçekler ile süsleyebilir, sunağa bir kadeh şarap koyabilir ve Beltane'in sembolü olan ateş için de mumlar kullanabilirsiniz. Bunun ardından duşa girip rahatlayabilir ardından eğer ritüel giyisileriniz varsa onları giyerek sunağınızın önünde meditasyon yapabilir, yaz mevsiminin size mutluluk getirmesi için dua edebilirsiniz. Devamında ise şarap içip, güzel bir ziyafet çekebilirsiniz! Kız veya erkek arkadaşınız da Pagansa o da size bu kutlama esnasında katılabilir. Unutmayın Paganizmde iki kişinin yaşadığı aşk ve cinsellik kutsaldır.

Fikir 2: Duşa girip meditasyon yapabilir, rahatlayıp arındığınızda istediğiniz kadar mum yakabilirsiniz. Gökyüzünü izleyebilir, doğanın ne kadar güzel olduğunu görebilirsiniz. Meditasyon yapabilir, dua edebilirsiniz. Kendinizi mutlu edecek her şeyi yapabilirsiniz! Sevdiğiniz bir yemek hazırlayabilir, şarap veya içki içebilirsiniz. Yukarıda da belirttiğim gibi eğer Pagansa kız veya erkek arkadaşınızı da kutlamaya dahil edebilirsiniz! Baltane bayram! Onu huzur içinde ve mutlulukla geçirin!

16 Nisan 2014 Çarşamba

İnançlarla İlgili Bir Anket

Türkiye'de ki din çeşitliliğini görmemiz için yararlı olacağına inandığım bir anket. Herhangi bir bilgi girmeniz gerekmiyor. Oy kullanıp geçiyorsunuz.

Anket sonuçlarını görmek ve oy kullanmak için buraya tıklayın.

Türk Mitolojisinde Tanrılar ve Tanrıçalar - 3


Oğuz Han
: Mitolojide Türklerin atasıdır. Oğuz Kağan Destanı'nın ana karakteridir. Bütün yaşamı boyunca bozkurt Oğuz Han'a kılavuzluk etmiştir. Yüzünün rengi maviye çalar. Gözleri kırmızıdır. Ağzı ateş gibidir. Çok çabuk büyümüştür. Doğar doğmaz yemek yemiştir. Sadece bir kez süt içmiş, ondan sonra çiğ et ile beslenmiştir. Gücü sembolize eden boynuzu tacı vardır. Babası oan Kara Han'ı öldürür. Ormanda tek boynuzlu bir yaratığı da öldürür. Bu canlının gergadan olduğu iddia edilir fakat şeytan olma ihtimali de vardır.



Ürüng Ayığ Toyon: İlk insanı yaratan gökyüzü tanrısıdır. Dünyayı idare eder, toprağı bereketlendirir, savaşta kahramanları korur, ölenleri ise diriltir. Bolluk onun sayesinde olur. İnsanların ısınması için güneşi o yaratmıştır. Ona kurban olarak beyaz at sunulur. Bu beyaz at törene doğaya bırakılır ve ona bir daha asla el sürülmez. Temsili hayvanı kartaldır. Göğün 13. katında oturur. Kendisi ak, beyaz, saf olarak tasvir edilir.


Su iyesi: Suyun koruyucu ruhudur. Su iyeleri insanlara zarar vermeyen cisimsiz varlıklardır. Ak giyisiler giyinirler ve suları korurlar. Bazıları deniz kızı gibiyken bazıları ise boynuzlu saçsız, sakalsız tasvir edilir. Korudukları suyun derinliklerindeki bir kayanın altında, sarayda yaşarlar. Su iyelerinin huyunu anlamak neredeyse imkansızdır. Hiç beklenmeyen bir anda suyu dalgalandırıp insanları, hayvanları boğabilir.


Kübey Hanım: Doğum Tanrıçasıdır ve doğum yapan kadınları korur. Süt gölünden getirdiği sütü doğacak olan çocuğun ağzına damlatır. Böylece daha fazla süt içmek isteyen çocuk doğmak ister. Çocuğa ruh verir. Yaşam Ağacının içinde yaşar. Bu Ağacın kökünden Yaşam Suyu(Bengisu) akar. Çıplaktır ve ayakları ağaç kökü şeklindedir. Orta yaşlı görünür. Ciddi bakışlıdır. Uzun saçları vardır. Yaşam ağacı ve Kübey ışık saçarlar. Hamile kadınlar doğum yaparken gökten inip onların ağrılarını hafifletir. Çocuk doğduktan üç gün sonra gider. Yeryüzünde saf ve temiz olan her şeyi korur.


Bürküt Ana: Kartal Tanrıçadır ve şamanları yeryüzüne getirmiştir. Şaman olacak bir çocuğun ruhu bir kartal tarafından yutulur. Bu kartal güneşlik bir bölgeye göç eder. Bu çayırların ortasında kırmızı bir çam ile kara bir kayın vardır. Kartal yumurtasını bu ağaçlardan birinin tepesine bırakır. Bir süre sonra yumurta çatlar ve içinden bir çocuk çıkar, ağacın hemen altında bulunan bir beşiğe düşer. Buryatların ilk şamanı Bürked adını taşır. İstediği zaman rahatlıkla öbür dünyaya atlayabilir. Bazı Türk boyları kartaldan türediklerine inanırlar. İyi şamanlar kızıl çam üzerindeki kızıl yumurtadan, kötü olanlar ise kara kayın üzerindeki kara yumurtadan çıkarlar. Bu kartal tüm ömrü boyunca o şamanı korur ve yardımcı olur. Bu kuş o kadar büyüktür ki, ay onun sağ kanadını, güneş de sol kanadını ancak kapatır.


14 Nisan 2014 Pazartesi

Türk Mitolojisinde Tanrılar ve Tanrıçalar - 2


Mergen Han: Gökyüzünün 7. katında oturan Mergen Han bilgelik Tanrısıdır. Her şeyi bildiği için her şeye gücü yeter. Ülgen gibi Mergen de ok ve yay kullanır. Attığı ok hedefini asla şaşırmaz. İnsanlara bilgelik verir ve Ülgen'in oğludur. Ayrıca Mergen efsanelerde kahramanlara verilen bir unvandır. Kelime Ber-Per-Mer kökünden türemiştir. Okçu, nişancı, kahraman demektir. Moğolca'da ise bilge anlamına gelir.


Umay: Doğum ve bereketin Tanrıçasıdır. Omay, Ibay, Ubay, Humay olarak da anılır. Umay, anne tanrıçadır. Doğacak çocukları belirler ve hamile kadınları, bebekleri, yavru hayvanları korur. Üç boynuzu vardır, beyaz elbiseler içerisindedir. Yaşlı olmamasına rağmen yere kadar uzanan beyaz, gümüşten saçları vardır. Orta yaşlı görünür. Kuş kılığına girebilir, kanatları vardır. Yaşam ağacının sahibidir ve yeryüzüne bereket dağıtır. Yanında bir kuğu ve zarif bir at ile betimlenir. İsmi Um-Om kökünden gelir. Umay Moğolca'da rahim anlamına gelir. Omay ise seçkin, güzide demektir.


Yayık: Göğün üçüncü katında oturan, ırmakların ve göllerin Tanrısıdır. 17 ırmağın kavuştuğu yerde yaşar. Irmaklara, sulara ve rüzgarlara hükmeder. Kamçısı şimşektir. Su yılanı veya su ejderi kılığına bürünebilir. İnsanları kötülüklerden korur ve şamanlara yardım eder. Kendisine cansız nesne kurban etme törenleri yapılır. İlkbaharda atların ve davarların ilk sütleri ile bulgur karıştırılıp ırmağa dökülür. Şamanlar tarafından koruçı(koruyucu) olarak nitelendirilir.


Suyla: Su, güneş ve ayın kırıntılarından yaratılmış Tanrı. At gözlü, kartal gagalı, eşek kulaklı ve yılan saçlıdır. Ağaçkakan ile yakından ilişkilidir. Suyla, insanların yaşamlarını denetler ve bir değişiklik olursa Ülgen'e bildirir. Ülgen'e kurbanların ruhunu ulaştırır. Şamanları kötü ruhların saldırısından korur. Ülgen'in en önemli yardımcılarından birisidir. İsmi su-suy-suv kökünden gelmiştir. Soy, soyluluk, soyutluk anlamı taşır.



Ayzıt: Tıpkı Aphrodite gibi güzellik tanrıçasıdır. Aşkın ve güzelliğin sembolüdür. Kuğularla bağlantılıdır. Kuğular bu sebeple kutsal sayılır ve dokunulmazlardır. Kuğular biçim değiştirmiş kutsal kızlar olarak kabul edilirler. Ayzıt gümüş renkli bir kısrak şekline bürünüp yeryüzüne inebilir. Beyaz bir şapkası ve çıplak omuzlarında beyaz bir atkısı vardır. Çocukları ve hayvan yavrularını korur. İnsanlara sevgi ve ilham verir. Ayzıt'ın kızları da kuğuya dönüşebilir. Beyaz turna kuşu da Ayzıt'ı simgeleyen hayvanlardan biridir. Ay tanrıçası olan Ay'a da ışık saçar ve ismi buradan gelmektedir. Aşk her zaman ışık ve parlaklıkla simgelenir. İsmi Ay kökünden türemiştir ve ay gibi parlak demektir.

13 Nisan 2014 Pazar

Türk Mitoloji Ansiklopedisi

Yardım sever birisi tarafından bana yollanan ve yararlı bulduğum bir ansiklopedinin linkini buraya koyuyorum. Umarım sizler de yararlı bulursunuz.

Buraya tıklayarak indirebilirsiniz: Türk Mitoloji Ansiklopedisi

Türk Mitolojisinde Tanrılar ve Tanrıçalar - 1





Ak Ana
: Türk mitolojisindeki en kudretli Tanrıçalardan birisidir. Alt kısmında denizkızı gibi çok uzun bir balık kuyruğu bulunur. Kuyruğu hafif maviye çalan bir renktedir. Etrafında denizyıldızları dolaşır. Hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek yaşam döngüsünü başlatmıştır. Ülgen'e yaratma emrini verip tekrar yaşam alanı olan suların içine dönmüştür. Bu bağlamda her şeyin annesi olduğu söylenebilir. Işıktan bir kadın silüeti şeklindedir. İlginç olan özelliği ise bir çok kültürde boynuz eril yönü simgelemesine rağmen Türk kültüründe Ak Ana da dahil bir çok tanrıçanın boynuzları vardır. Ülgen, Ak Ana'yı dinler ve yaratır. Böylece hayat başlar. Ülgen, Dünya'ya destek olması ve onu taşıması için de üç balık yaratır.


Kayra Han
: Tanrıların en büyüğü ve babasıdır. Gökyüzünde on yedinci katta oturur ve tüm evreni yönetir. Kötü bir tanrı değil, aksine iyilik yönü ağır basan bir tanrıdır. Görkemli bir varlığa sahiptir. Somut nitelemeler pek fazla yapılmamış ancak soyut yönü üzerinde daha çok durulmuştur. Ana ve Ata olarak (hem eril hem dişil, yani nötr olarak) tanımlandığı kaynaklar mevcuttur. İsmi zaman zaman Kara Han olarak da anılsa da bu doğru kullanım değildir. Deniz Karakurt bu konuda: "Kayra Han ile Kara Han aynı kişi olarak nitelense de bu durum sesbilimsel ama yaygın bir yanlışlıktır. Çünkü Kara sözcüğü içerisinde daha çok olumsuz anlamlar barındırır. Kara Han farklı bir mitolojik kişiliktir (Oğuz Han’ın babasıdır)." demiştir. Kayra Han yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu ağaç meşhur Yaşam Ağacıdır ve ruhlar alemi ile insan alemini birbirine bağlar.


Ülgen: Kayra Han'ın oğludur. Gökyüzünde on altıncı katta oturur ve göksel olayları kontrol eder. Tıpkı Zeus, Thor ve diğer gök ile ilişkili tanrılar gibi Ülgen'in de en büyük silahı şimşeklerdir. Ülgen ve çocukları tamamen insan şeklindedir. Ülgen, iyi niyetli bir tanrıdır. Gök Tanrı olarak anıldığı da görülmüştür. Altın Dağ’da, altın kapısı olan altın bir sarayda yaşar ve altın bir taht üzerinde oturur. Biri ak, diğeri kara iki taşla gelerek (veya Korbolko Kuşu ile bu taşları göndererek) insanlara ateş yakmayı öğretmiştir. Yaşlı ve bilge bir görünüm ile tasvir edilir. Üç, altı, dokuz ya da 12 yılda bir görkemli törenler yapılarak kendisine beyaz kısrak kurban edilir. Üç börkü (başlığı) vardır, uzun sakallıdır. Aslında çoğu zaman bir karısından bahsedilmediği halde birkaç yerde eşinin adı “Taz Hanım” (Kel Hanım)’dır. Bindiği hayvan da Kelke adlı kel bir öküzdür.


Kızagan Tanrı: Ülgen'in oğlu ve savaş Tanrısıdır. Çok güçlü ve yenilmez bir savaşçıdır. Gökyüzünün dokuzuncu katında yaşar ve eril yönleri temsil eden Mars ile yakından ilişkilidir. Kızıl yularlı, kızıl buğra sırtındadır. Asâsı gökkuşağıdır. Kızıl renk ile simgelenir. Savaşçıları korur. (Kız/Kıs/Kıy) kökünden türemiştir. Öfkenin ve kanın rengi olan kızıl sözcüğü aynı kökten gelir. Kıskanmak fiilini de barındırır. Güçlü, Kuvvetli, Öfkeli demektir. Kızmak fiilinin çekimli halidir.


Erlik
: Sağlam gövdeli, atletik yapılı yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri, kaşları kara renklidir. Çatal sakalı dizlerine değin uzanmıştır. Yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiştir. Kara ve kıvırcık saçlıdır. Çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Kana benzer parlak yüzlü Erlik'in, kara demirden kılıcı ve kalkanı vardır. Bineği kara at ya da kara boğadır (belki de öküz). Erklig Kan, Eski Uygur sanatında boğa ya da öküze binmiş olarak tasvir edilmiştir. Tıpkı Seth ve Loki gibi hileci bir Tanrıdır. Erlik Han lanetlenmiştir, Ülgen, yarattığı karada Yaşam Ağacının dokuz dalından kendi halkını türetir. Erlik bu halk benim olsun der Ülgen'e . Ülgen de ona git kendi halkını kendin bul deyip Erlik'i geri çevirir. Ülgen halkının bu ağacın yalnız doğuya bakan 5 dalından istifade etmelerine izin vermiştir. Kalan dört dalı yasaklamıştır. Erlik gidip bu halkı baştan çıkarır. Erkek olan Törüngey ile dişi olan Eje, Erlik'in şu sözüne kanarlar "Bu dört dal aslında size yasak değildir, meyveleri de pek tatlıdır. Dilediğinizce yiyin." Erlik sonra ağaca bekçi bulunan yılan uyurken ağzına girer ve ağaca çıkar, Eje'ye müsaade ettiğini söyler. Bunun üstüne Eje meyveden yer, Törüngey'in de ağzına sürer. Ülgen durumu fark eder ve Erlik'i yer altına gönderir. Eje'ye "Sen benim sözümü tutmadın bundan sonra gebe kalasın ve doğum sancıları çekesin" der. Yılana "Sen benim sözümü tutmadın, bundan böyle Şeytan diye bilinesin, herkes seni ezmeye öldürmeye çalışsın" der. Törüngeye "Sen benim sözümü tutmadın, 9 kızın 9 oğlun olacak ve hepsinden sen sorumlu olacaksın, insan neslini sen çoğaltacaksın"der. "Hepinizi hanemden kovuyorum, dünyaya gönderiyorum, burada sizi ben beslerdim, ben korurdum, artık kendinizi besleyip koruyacaksınız, bir daha da sesimi duymayacaksınız!" diye ekler. Böylece Erlik insanoğluna ilk kötülüğünü etmiş olur. Erlik'in yeraltı şehrinde kendisi yarattığı kızıl güneşi de vardır fakat asla gerçek güneş gibi aydınlatmaz ve ısıtmaz.

12 Nisan 2014 Cumartesi

Orta çağda farklı olmak


Karikatür çevirisi yapmayı pek sevdiğimden dolayı sizlere bir karikatür daha tercüme ettim! Vizeler bittikten sonra tekrar yazılar yazmaya başlayacağım. O zamana kadar karikatürlerle idare edin. 

7 Nisan 2014 Pazartesi

Gaia Anne



İnternette dolaşırken bu karikatürü gördüm ve gerçekten çok hoşuma gitti. Sayfanın tamamen Türkçe olmasını istediğim için karikatürü de tercüme ettim. Karikatür kesinlikle bana ait değil ben sadece çevirisini yapıp buraya ekliyorum.

"İngilizceyi sizden öğrenecek değiliz!" diyenler için: orijinal hali

4 Nisan 2014 Cuma

Ölüm

Vize haftasına yaklaştığımızdan ve şu aralar yoğun derecede yerine getirmem gereken sorumluluklar olduğundan ne yazık ki yazı yazamıyorum ama sanırım ölüm ile ilgili kısa bir yazı yazmak şu an anlamlı olacaktır.

Evet, kısa süre önce birini kaybettik ve yaşamlarımızın Tanrılar ve Tanrıçalar tarafından bize bahşedilmiş ne kadar kutsal ve cömert bir hediye olduğunu tekrar anladık. Kaybettiğimiz kişiye tekrar atalarıyla birlikte yürüyebilmesi için, huzur içinde bu dünyayı geride bırakması için dualar ettik ve bir yandan da tekrar doğacağı için mutlu olduk. Unutmayın; yapraklar dökülür, güneş batar, mevsimler geçer, yağmur yağar ve durur. Bu onların bittiği anlamına gelmez. Onlar yok olmaz, sadece bizler onları daha fazla göremeyiz hepsi bu! Zamanı geldiğinde dökülen yapraklar tekrar yeşerecek, güneş tekrar doğacak ve giden mevsim geri gelecektir.

İnsanlar için ölüm böyledir. Birisi öldüğünde bu onun sonsuza dek yok olduğu anlamına gelmez. Ölüm sadece yaşam döngüsünün bir parçasıdır. Yaşam döngüsü devam ettiği sürece insanlar ölmeye devam edecekler. Paganizmde ölen insanların reankarne olacağına inanılır fakat bunun süresi kesin değildir. Örneğin; birisi bu gün ölebilir fakat 100 yıl sonra tekrar dünyaya gelebilir.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki cennet ve cehennem olayı da farklı biçimlerde Paganizmde belirtilmiştir. Tabi cehennem ateşlerle dolu herkesin yanıp kavrulduğu bir yer değildir veya cennet 70 tane kadınla doyasıya sevişeceğiniz bir yer de değildir. Öldükten sonra iyi ve onurlu bir hayat sürmüş olan bireyler bunun huzuru ile rahat olacaktır fakat dünya üzerinde kötü yaşam sürmüş kimseler ne yazık ki öldüklerinde vicdani rahatlığa kavuşamayacaklar bir nevi dünyada yaptıklarından utanacaklar ve bunun rahatsızlığını hissedecekler diyebiliriz. Peki Paganizme göre ne kötü diye sorarsanız: Hırsızlık, birini öldürmek gibi şeyleri örnek verebilirim.

Diğer bir özel durum ise askerler içindir. Paganizm savaşı asla desteklemez. Eğer problemi savaşmadan halletmenin bir yolu varsa o yol izlenmelidir fakat eğer bir savaş varsa bu savaşta onurunu ve ülkesini korumak için ölen cesur savaşçılar cennete gider. Burada cennet diyorum fakat bunun tabi ki inanç sistemlerinde adı farklı. Örneğin İskandinav mitolojisinde düşen askerlerin Valhalla'ya gittiği söylenir.

Buraya yabancı sitelerden bulup çevirisini yaptığım ölen veya ölmekte olan kişilere edilen duaları da yazıyorum. Böylece Paganizmde ölümü daha iyi anlayacaksınız.

Eski bir Kelt duası:

Dalgaların derin huzuru seninle olsun.
Esen rüzgarın derin huzuru seninle olsun.
Sessiz yeryüzünün derin huzuru seninle olsun.
Parlayan yıldızların derin huzuru seninle olsun.
Sonsuz huzurun derin huzuru seninle olsun.

Yazarı belli olmayan bir Pagan duası:

Sevgili -kişinin adı- artık ölüsün (veya ölen kişiyi rahatlatmak için ediliyorsa "ölüyorsun".)
Ama yalnız değilsin.
Biz burada seninleyiz
Sevgili ölüm seni bekliyor.
Sevgiyle yaşadın,
Sevgiyle gidiyorsun.
Yanında sadece,
Sevgi taşıyorsun.
Sevgimiz sana rehberlik etsin ve yolunu açsın.

Bir Vika duası:

(Bu duayı ederken mumlar kullanılabiliyor.)

Zaman geçti ve çark döndü.
Artık senin için gitme vaktidir.

Tanrılar ve Tanrıçalar ile,
Senden önce yaşamış ataların ile el ele yürüyeceksin.

Yüce annemiz seni,
Kutsal rahmine tekrar kabul etsin.

Yüce babamız seni,
Kutsal bilgisiyle tekrar aydınlatsın.

Onun size kavuşmasına,
Ve onu zarif bir hediye olan yaşamla kutsandığını bilmesine izin verin.

Onun kutsal sevginizi kazanmasına ve
Geride bıraktığı miraslar dünyasında,
Onu hatırlayacağımızı ve seveceğimizi bilmesine izin verin.

O dünyanıza girdiğinde,
Onu sevgi dolu kollarınızla kucaklayın ve,
Tekrar döndüğü evine onu sıcak karşılayın.

Onun sırları öğrenmesi için,
Kadim olanlarla konuşmasına izin verin.

Son adımları atması için ona güç verin.
Bu adımları huzurlu ve asil şekilde atmasına izin verin.

Geride kalan bizler onun ölümü için,
Elbet yas tutmalıyız.
Ama aynı zamanda bilmeliyiz.
O tekrar bütün olmak için,
Kutsal tanrılara ve tanrıçalara dönüyor.

Ağlamalıyız ama aynı zamanda da,
Ona verilen hayatı kutlamak için gülmeliyiz.

Ona ölümün mutlu tarafından da haberdar olduğumuzu ve,
Tekrar mutlu bir şekilde karşılaşacağımızı bildirin.

Ve biz bu mumlarla şimdi.(Burada eğer varsa mumlar yakılır.)
Onun hayat ateşine saygı duyuyoruz.
Bu mumların ateşi sönse bile biliyoruz ki,
O yaşamaya devam ediyor ve onun yaşama ateşi,
Asla sönmeyecek!
Şunu da biliyoruz ki o yeniden doğacak!

Onu elinden tutun ve
Kalbinize yönlendirin.
Çünkü doğru ve adil olan budur.

Sevginize giden yolda,
Şaşırmadan yürümesini sağlayın.

Not: Okuyuculardan özür diliyorum. Şu an saat 1:20 ve çok yorgun olmama rağmen bunları geç de olsa sizlere yetiştirmek için yazıyorum. Umarım söz verdiğim gibi bu paylaşımı akşam yapamadığım için beni affedersiniz.

21 Mart 2014 Cuma

Druidler ve Romalılar

Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Druidleri anlatan bir yazı yazma kararı aldım. Daha önce de belirttiğim gibi sizler de Paganizm ile ilgili bilgi almak istediğiniz bir konu varsa başlıkların altına yorum bırakarak benim görmemi sağlayabilirsiniz. Eğer yorumunuzun görünmesini istemiyorsanız yorumda bunu belirtebilirsiniz. Ben yorumu onaylamadığım sürece yorumunuz blogda gözükmeyecektir.

Haklarında dönemlerinden kalma hiç bir yazılı kaynak olmayan Druidler Kelt Paganların kültüründe önemli bir yere sahip din adamlarıdır. Druid kelimesinin iki anlamı olabilir bunlardan birisi "meşe-bilgesi", öteki ise "güçlü-bilge"dir. (Derwo: güç Deru: meşe, vid: bilgelik) Meşe ne alaka diyecek olursanız İrlanda ve İngiltere taraflarında bir çok destan ve hikayede meşelerin rol oynadığı görülmektedir. Kısacası meşe ağacı Kelt Paganlar arasında kutsal bir anlam taşıyordu. Bu aklıma otomatik olarak Thor'u getiriyor aslında. Thor ve Zeus'da meşe ağaçları ile ilişkilendirilmiştir ve bilimsel çalışmalar aynı boy ve yapıdaki diğer ağaçlara oranla meşe ağaçlarının yıldırımı daha çok çektiğini kanıtlamıştır.

Druidler hakkında bilgi kaynakları ne yazık ki anlatılan hikayeler, yazılan şiirler ve Romalı komutanlarla sınırlıdır. Bu kaynaklarda genel olarak insanların Druidlere çok saygı duyduğundan bahsedilir. Druidlerin çok bilge insanlar olduğu, Hristiyanlığa karşı durmaya çalıştıkları, doğayla iç içe oldukları ve bazı büyüler yapabildikleri ise bu kaynaklardan elde edilen diğer bilgilerdir fakat Jül Sezar'ın Druid tarifleri ne yazık ki bunların tam aksi yöndedir ve bunun sebebi muhtemelen Roma ve Keltler arasındaki savaştır. Sezar kendi askerlerini ve halkını savaştıkları Keltlerin esirleri, insanları kurban ettiğine inandırmak istemiştir fakat yapılan çalışmalarda Sezar'ın anlattığı gibi kurban verme törenlerine rastlanmamıştır ki zaten bunlar çok uçuk fikirlerdir. Sezar Druidlerin ağaçlardan dev bir insan heykeli yaptıklarını ve o heykelin üzerine insanları bağladıktan sonra heykeli ateşe verdiklerini anlatmıştır. Sizlerin de görebileceği üzere bu uçuk ve korkunç bir iddia.

Saint Blathmac'in İsa'dan bahsettiği bir şiirinde de ilginç şekilde Druid kelimesi yer bulmuştur. Blathmac İsa hakkında şöyle demiştir: "... bir peygamberden iyi, tüm Druidlerden bilgili, rahip olan tam anlamıyla bilge bir kral!" Şiirin bu kısmından anlayacağımız üzere Druidler bilgelikleri ile ünlülerdi.

Günümüzde Paganizm ile ilişkili olarak Neo-Druidizm adı altında Druid kültürü devam ettirilmektedir. Neo-Druidizm Hristiyan ağırlıkta olan İngiltere ve çevresinde ortaya çıktığından dolayı çoğu Druid olan birey tek tanrıya inanmaya devam ediyordu fakat 20. yüzyılda Druidizm inancının takipçileri asıl kültüre bağlı kalarak politeist inanç sistemine geçtiler. Bu bence güzel bir hareketti çünkü eski Druidler'de politeist Paganlardı. Kültürün özüne sadık kalınması benim için önemlidir.

Bilgi her zaman Druidlerle olsun o halde!

19 Mart 2014 Çarşamba

Pagan Kültürlerindeki Benzerlikler

Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Yazı yazacak konu bulmakta zorlandığım için ne yazık ki yazı paylaşma sıklığımı tam bir düzene oturtamadım. Hedefim her gün bir yazı paylaşmak olsa da gerçekten kısıtlı bir alanda konu bulmak çok da kolay değil. Blogda tek bir yazar olması ve okuyucuların ne tür şeyler bilmek istediğini kestiremediğimden dolayı eğer paylaşılan yazıların altına merak ettiğiniz konuları belirtirseniz o konularda yazılar yazabilirim böylece hem sizin istediğiniz konulardan bahsetmiş olurum, hem de hergün bir yazı paylaşırım ve konu bulmakta zorlanmam. Şimdiden teşekkür ederim.

Dünyada bundan yaklaşık 3000 yıl önce neredeyse herkes Pagandı. Bu bilinen bir gerçek fakat Paganizm hakkında bilinmeyen bir şey var. Nasıl oldu da tüm Paganlar neredeyse aynı tanrılara ve tanrıçalara taptı? "Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, farklı Pagan kültürlerindeki Tanrı ve Tanrıçalar birbiriyle inanılmaz benzerlikler gösterirler. Bu benzerlikler sadece Tanrı ve Tanrıçalarla da sınırlı değildir.

Her ne kadar insanlar sadece Mısır ve Amerika'da ki piramitleri bilse de aslında dünyada bir çok yerde piramitler vardır. Diğer piramitleri olayın içine katmadan önce şunu bir düşünün. En iyimser tahminler Amerika kıtasının milattan sonra 1000'li yıllarda Vikingler tarafından keşfedildiği yönündedir. Yani bu demek oluyor ki milattan önce Amerika kıtasına ayak basan olmadı. Kısacası bu piramitler birbiriyle hiç bir bağlantısı olmamış kişiler tarafından yapıldı. Peki ama bu insanlar nasıl aynı yapıları bu kadar muhteşem ve ileri bir mühendislikle yaptılar? İşte bu hala bir sır ve muhtemelen ölene kadar da öğrenemeyeceğiz.

Şimdi gelelim diğer piramitlere. Dünya üzerinde ilk piramit şekline benzeyen yapıları Sümerler yaptılar. Günümüzde bu yapılara Ziggurat adı veriliyor. İlk Zigguratlar milattan önce 4000 yılı civarında Mezopotamya'da yapıldı. Zigguratların tepesinde tapınak bulunuyordu ve bu tapınağa 3 merdivenden ulaşılıyordu. Bunun sebebi muhtemelen Rahip ve Rahibeleri daha az askerle korumak ve de 3 sayısının kutsallığını vurgulamaktı.

Dünya üzerinde Mısır, Mezopotamya, Yunanistan, İtalya, Nijerya, Sudan, Amerika, İspanya, Çin ve Endonezya piramit benzeri yapılara sahipler ve bu yapıların hepsi milattan önce, Paganizmin hüküm sürdüğü zamanlarda yapıldı. Bu inanılmaz bir şey!

Pagan kültürlerinde yapılar dışında diğer bir benzerlik ise her kültürde bulunan Tanrı ve Tanrıçalardır. Çoğu kültürde Tanrı ve Tanrıçalar birbirlerine görünüş olarak benzemeseler de güç ve özellik olarak benzemektedir. Örneğin Astarte'yi ele alalım. Astarte tüm mitolojilerde benzeri olan tanrıçalardan birisidir. Mısır mitolojisinde çoğunlukla Anat ile beraber anılan Astarte Yunan mitolojisinde Afrodit, Sümer mitolojisinde Ishtar olarak geçmektedir. Kısacası bir çok kültürdeki insanlar farklı isimlerle aynı Tanrıçaya tapmıştır. Bir de Tanrılardan örnek vermek gerekirse Loki'yi ele alalım. Loki, Mısır mitolojisindeki Seth ile çok büyük benzerlikler gösterir. Odin, Loki'yi bebekken savaş meydanında bulur ve yanına alır fakat Loki, Odin'in bir oğlunun öldürür. Seth ise kardeşi Osiris'i öldürmüş ve onun tahtını almaya çalışmıştır. Bu iki tanrının ikisi de kötülük tanrısıdır ve diğer Tanrı ve Tanrıçalara oynadıkları oyunlar ile bilinirler. Güvenilmezlerdir.

Dünyada farklı bölgelerde yaşamış Paganların aynı Tanrı ve Tanrıçalara tapıp, aynı tip yapılar oluşturması ve aynı tip kültürlere sahip olması gerçekten çok şaşırtıcıdır.

17 Mart 2014 Pazartesi

Bilginin Kutsallığı

Hiç düşündünüz mü neden hala çok eski filozofların sözlerini okuruz, onlardan ders alırız diye? Eğer düşünmediyseniz şimdi düşünmeye başlasanız iyi edersiniz. Çünkü bu yazı biraz da onlarla ilgili olacak.

Pagan kültürlerinde bilginin ne kadar önemli olduğunu sanırım bize en güzel Odin anlatır. Odin bilge biri olabilmek için tek gözünü feda etmiştir. Kısacası Pagan kültüründe bilgelik bir Tanrı için bile bir çok şeyden değerlidir. Bir insan ne kadar çok şey biliyorsa değeri o kadar artar. Evet, biliyorum Türkiye'de öyle değil ama Pagan kültüründe böyle. Aslında Türkiye'de bilginin değersiz olmasının sebebi insanların çok şey bildiğini düşünmesi. Bir insan ne kadar çok şey bildiğini düşünüyorsa evrenin ne kadar karmaşık ve harika olduğu konusunda o kadar az fikre sahiptir. Türkiye'de herkes filozof, herkes her şeyin farkında fakat nedense evrim teorisi deyince "Sensin maymun!" diyorlar. Bu düpedüz cehalet göstergesidir. Neyse konuyu çok saptırmadan devam etsek iyi olacak. Paganizm daha önceki yazılarda belirttiğim gibi asla ve asla düşünmeyi yasaklamaz aksine sizin düşüncelerinize uyum gösterir. Bu yüzden çok farklı ve fazla Pagan inancı vardır. Bu blogda yazanlar başka bir Pagana uygun gelmeyebilir ve buna sonuna kadar saygı duyarım.

Paganizmde bilgi ve düşünce çok önemlidir. Bir insan gerekli bilgiye sahipse fakat düşünmüyorsa o insan hiç bir işe yaramaz. Bir insan düşünüyor fakat gerekli bilgiye sahip değilse yine o insan bir işe yaramaz. Bu yüzden benim tüm Pagan bireylere tavsiyem araştırmaları, okumaları, öğrenmeleridir. Şunu unutmayın ki bilgi kutsaldır!

Şimdi gelelim Antik Yunan ve Mısır'a! Sevgili Nefertari'den öğrendiğim kadarıyla Antik Mısır'da şöyle bir yazılı söz varmış: "Çocuklarınızı cehaletten koruyun!" Bu kadar eski bir medeniyetten böyle bir söz çıkması bilgiye ne kadar değer verdiklerinin en güzel örneklerinden birisidir diye düşünüyorum. Bizden binlerce yıl önce yaşamış bu insanlar bilgiye, kadınlara, sanata ve düşünce özgürlüğüne bizden daha fazla değer verdi. Bu açıdan düşününce insanlık teknolojik olarak ileriye fakat kafa yapısı olarak geriye gidiyor diyebiliriz. Aslında teknolojik olarak ne kadar ileri olduğumuz da tartışılır. Hala binlerce yıl önce yapılmış bir piramidin nasıl inşa edildiğini çözemiyorsak kimse bana teknolojik olarak çok ilerledik demesin. Pagan kültürü içerisinde yetişmiş bireylerden bilginin kutsallığı ile ilgili bazı sözler:

"Bilge birinin şanssızlığı, budala birinin başarısından iyidir." - Epicurus
"Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir." - Sokrates
"Bilge adam konuşur çünkü söyleyecek bir şeyi vardır. Cahil adam konuşur çünkü bir şey söyleyesi vardır." - Plato
"Cehalet bütün kötülüklerin çıkış noktasıdır." - Plato
"Bilgi ruhun gıdasıdır." - Plato

Bu örnekler daha da çoğaltılabilir fakat burada önemli olan sözlerin güzelliği değil içeriğidir. Bu sözler Pagan bir toplumun ölçütlerini ve bilgiye verdiği değeri göstermektedir. Bunun dışında Pagan toplumlarda düşünce özgürlüğüne duyulan saygıyı da en iyi Epicurus adlı düşünürden görürüz. Epicurus bir ateistti. Hatta zannediyorum ki kendisi ilk ateist olabilir. Kendisinin çok ünlü bir sözü de şudur:

"Tanrı kötülüğü engellemek istiyor ama gücü yetmiyorsa o halde her şeye gücü yeten değildir!
Kötülüğü engellemeye gücü yetiyor ama isteksizse o halde kötü niyetlidir!
Kötülüğü engellemek istiyor ve gücü yetiyorsa kötülük nereden çıktı?
Hem kötülüğü engelleme konusunda isteksiz hem güçsüz ise biz neden ona tanrı diyoruz?"

Ve inanır mısınız bunu söylediğinde binlerce yıl önce kimse bu adama bir şey demedi, elinde kılıçla kafasını kesmek için kovalamadı. Sadece herkes bilgili bir insan olduğu için düşüncelerine saygı duydu. Bir de şimdi çevrenize bakın. İster inanın ister inanmayın. İnsanların kafa yapısı eskisinden çok daha kötü durumda ve insanlar artık çok bilgisiz çünkü bilginin kutsallığından haberdar değiller. Bir kitap okuyarak dünyanın sırrına erişeceklerini düşünüyorlar. Hayır, Kuran veya diğer kutsal kitaplar sizi dünyanın sırrına ulaştırmaz. Öğrenmek, düşünmek ve araştırmak sizlere bir şeyler öğretir.

Bir Pagan düşünmeli, okumalı, öğrenmeli ve aydınlanmalıdır. Paganizmin diğer dinlerden temel farkı düşünmeyi ve öğrenmeyi yasaklamaması hatta aksine düşünmeye ve öğrenmeye teşvik etmesidir.

Paganizm ve Kurban

Paganizmde kurban geleneği bazı Neopagan kimseler reddetse de vardır. Hatta bazı Pagan medeniyetler çocuk bile kurban etmiştir. Bunlar Paganlar için yüz kızartıcı şeylerdir. Kim inandığı dinin insan ve hayvan kestiğini kabul etmek ister ki? Hatta bu konuyla ilgili yabancı ülkelerde yakın zamanda bir çok yalan haber de ortaya çıktı. Paganların komşularının evcil hayvanlarını, insanları hatta bebekleri kurban ettiğine dair yazılar gördüm. Bu iddialar günümüzde tamamen asılsız ve inanın nereden çıkıyor bilmiyorum. Bu yüzden yanlış anlaşılan kurban kültürüne değinmekte fayda var.

Öncelikle Paganizmdeki kurban etme geleneğinin Müslümanlıktaki kurban geleneğiyle alakası yoktu. Aynı anda tüm insanlar yüzlerce hayvan katletmiyorlardı. Örneğin Pagan bir bireyin yaşlı bir ineği var ve ineği kesip etinden yararlanmak istiyor. Eskiden bu durumda bu inek gerekli şartlar sağlandıktan sonra Tanrılar ve Tanrıçaların adına kurban ediliyordu. Bu tür kurban etme ritüelleri Paganları bir araya getiriyor, insanlara yaşam döngüsünü hatırlatıyordu. İnsanlar bir gün kesilen canlı gibi tanrıçaya ve tanrılara döneceklerini ve kendi bedenlerinden de diğer canlıların besleneceğini somut olarak görüyordu. Bunun dışında işi abartan Paganlarda vardı. Örneğin bazı Paganlar Hekate'ye siyah köpek kurban ediyordu. Bu kesinlikle kabul edilebilecek bir şey değildir ve çok uç bir davranıştır. Utanç verici olduğunu kabul etmek gerekir.

Bir Pagan her türlü yaşayan canlıya saygı duymak zorundadır ama aynı zamanda et de insan hayatı için gerekli bir besindir. Bir aslan nasıl sadece karnı acıktığında avlanıyor ve avladığı ceylanı nasıl en kısa yoldan öldürüp yiyorsa Paganlarda kurban ederken bunu dikkate alırlar. Eğer ihtiyacın yoksa bir canlıyı öldüremezsin ve eğer ihtiyacın varsa bunu mümkün olduğunca acısız ve kısa sürede yapmalısın.

Günümüzde Paganların çoğu kurban vermeyi bırakmıştır ama şunu unutmamak gerekir ki bir kediye balık vermek, köpeğe tavuk eti veya kemiği vermek bile bir tür kurban etmek sayılır. Ölü bir hayvanın, canlı bir hayvana nasıl hayat verdiğini ve eninde sonunda onunda öleceğini ve başka canlılara hayat vereceğini, bu sonsuz döngünün kutsallığını görmenizi sağlayacak her şey kurban sayılabilir.

Kısacası Paganlar özel günlerde veya bir tür ziyafet vermek istediklerinde hayvanlarını kurban ediyorlardı fakat Neopagan kültüründe bu çok görülen bir olgu değil. İnsan ve benzeri etini yemediğimiz canlıların kurban edilmesi her ne kadar saçma ve utanç verici olsa da Paganizmde kurban verme kültürünün asıl amacı zaten kesilecek olan hayvanı kutsamak, insanlara yaşam döngüsünü hatırlatmak ve bir araya gelmektir.

Not: Sanırım kurban verilmeden önce ritüel yapılması gerektiğinden ve etin paylaşılması gerektiğinden yeterince açık bahsetmemişim. Eğer bir hayvan kurban edilecekse ritüel yapılmalı ve hayvanın eti paylaşılmalıdır. Tavsiyesinden dolayı Nefertariye teşekkür ediyorum. 

15 Mart 2014 Cumartesi

Paganizm ve Semavi Dinler Arasındaki Benzerlikler

Paganizm çok eski bir din olduğundan dolayı semavi dinlerin atası olarak değerlendirilebilir. Bu yüzdendir ki özellikle semavi dinlerde Paganizme çok benzeyen kavramlarla karşılaşabiliyoruz. Bu gün biraz bunlardan bahsetmekte yarar var.

Öncelikle sizlere bir soru sormak istiyorum. Aşağıda tarifini vereceğim kişiyi tahmin edebilir misiniz?

-Bakireden doğdu.
-Doğum günü 25 aralıkta kutlanıyor.
-Doğumu yıldız ile müjdelendi.
-Mısıra kaçtı.
-30 yaşında vaftiz edildi.
-12 havarisi var.
-Suda yürüdü.
-Bir ölüyü diriltti.
-Tanrının oğlu olarak anıldı.
-Çarmıha gerildi ve tekrar dirildi.

Evet, Horus'tan bahsediyorum! Siz ne sanmıştınız ki? Ah, tabii ya! Bir de İsa var öyle değil mi? Aynı özelliklere sahip olan, yaşadığına dair hiç bir kanıt bulunamayan İsa... Aslında bundan başka kanıt göstermeye gerek olduğunu bile düşünmüyorum. Hristiyanlık ortaya çıkmadan 3000 yıl önce bahsedilen Horus'un hikayesinin çalınıp, muhtemelen hiç yaşamamış birisine uyarlandığı açıkça görülüyor.

Peki sizlere bir soru daha sormak istiyorum. Aşağıda tarif edeceğim dini bulabilir misiniz?

-Bu dinde insanların koruyucusu olan tanrı yıldırımlarıyla istediğini vuruyor.
-Savaşta düşen cesur savaşçılar Tanrı katına yükseliyor.
-Dünyanın sonu geldiğinde birisi sura üfleyerek bunu haber veriyor.
-Tanrıya kızan birisi Tanrıya ihanet ediyor ve insanların düşmanı oluyor ki bunun sonucunda bu kişi dünyanın sonuna kadar lanetleniyor.

Ee? Bu kadar ipucu yeter mi? Yeter bence. Bu din hepinizin bildiği üzere eski İskandinav halkının inandığı İskandinav mitolojisi! Aslında İslam, Yunan mitolojisi, İskandinav mitolojisi arasında çok büyük benzerlikler var bunlara teker teker değinmek gerekli.

-Rad suresi 13. ayette çok açık şekilde görüleceği üzere Allah'ın istediği kişiyi yıldırımlar aracılığı ile vurduğu yazıyor. Yunan mitolojisinde Zeus, İskandinav mitolojisinde Thor aynı güce sahip.
-İslam inancına göre savaşta düşen askerler cennetin en üst kademesine giderler. İskandinav inancına göre savaşta düşen iyi savaşçılar Valhalla'ya giderler. Yunan inanışında ise savaşta düşen savaşçılar Hades'in yeraltı şehrinde onlar için özel olarak ayrılmış olan yere giderler.
-İslamda sura üfleme görevini üstlenen kişi İsrafil. İskandinav inancında ise bu görevi üstlenen kişi Heimdallr.
-Semavi dinlerde Tanrıya karşı çıkan varlık şeytan. İskandinav inancında ise Loki.

Sanırım İslam ve Hristiyanlıktan bahsettikten sonra sıra Museviliğe geldi. Aslında bundan bahsetmeye gerek olduğunu düşünmüyorum bile. Sadece şunu demem yeterli sanıyorum. Bir çok bilim adamı Antik Mısırda yaşamış Akhenaten adlı firavunun tek tanrılı bir din kurduğunu ve bu dinin zamanla Museviliğe dönüştüğünü kabul etmektedir. Bu görüşün fikir babalarından birisi de pek ünlü Sigmund Freud'dur. Musevilikte sünnet geleneği olmasının sebebi Antik Mısırda'da olmasıdır. Uzmanlık alanı Mısır olan bir çok bilimci de Musevilik ve Antik Mısırda inanılan Pagan inançları arasında çok büyük benzerlikler olduğunu onaylamaktadır.

13 Mart 2014 Perşembe

Türkiye'de Paganizm

Öncelikle Türkiye'de Paganizmi incelemek istiyorsak Türk mitolojisine bakmalıyız ve bundan bahsetmeliyiz.

Eski Türk halkının inanç sistemi Şamanizm üzerine kurulmuştur fakat Şamanizm tek başına bir din değildir. Şamanizm ruhsallığı ön plana çıkartan bir yaşam felsefesidir. Şaman bireyler ruhlar ile iletişime geçebileceklerine vesaire inanan kişilerdir fakat Şamanizmde belli bir tanrı, tanrıça inancı yoktur. Bu yüzden Şamanizm bir dinden çok yaşam felsefesine yakındır. Eski Türkler ise Şamanizmi kendi çok tanrılı dinlerine uyarlamışlardır. Kısacası eski Türkler Şamanizm felsefesini takip eden Paganlardır. Her ne kadar bu konudaki genel inanış Türklerin sadece Gök Tengri'ye inandığı doğrultusunda olsa da bu doğru bir inanış değildir. Gök Tengri sadece Türk mitolojisindeki en görkemli tanrılardan birisidir ve Türk mitolojisinde onun gibi onlarca tanrı vardır.

Bu ön bilgiden sonra asıl konumuza dönebiliriz. Anadolu Paganizm için önemli toprak parçalarından birisidir. bunun sebebi Anadolu'nun tam tabiriyle tanrıçaların toprağı olmasıdır diyebiliriz. Bir çok önemli tanrıçanın kültü Anadolu'da oluşmuş ve yayılmıştır. Bunlara örnek vermek gerekirse: Athena, Artemis, Kibele, Hekate, Nike Anadolu'da önemli derecede külte sahip olmuş tanrıçalardandır ve belirtmek isterim ki bunlar sadece benim aklıma gelenlerdir. Bunların dışında bir çok tanrıça olduğuna adım gibi eminim. Hatta Hekate'nin en önemli kült merkezi Muğla'da bulunan Lagina Antik Şehridir.

Fakat ne yazıktır ki biz Türk Paganlar böyle topraklarda yaşamamıza rağmen dini açıdan özgür olamamaktayız. Paganizm Türkiye'de çok yaygın bir din değil ve az sayıdaki Paganlar da kendilerini gizlemek zorunda kalıyorlar çünkü toplumdan dışlanmaktan, tepki çekmekten korkuyorlar. Türkiye'nin fanatikler ülkesi olduğunu biliyorlar. İşin en gülünç tarafı ise böyle bir ortamda bizler kendimizi gizlerken, ibadet edecek bir tapınak bulamazken, kimliklerimize Pagan yazdıramazken bazı Müslüman bireylerin dinlerini yaşayamadıklarını iddia etmeleri ve şeriat istemeleri. Bu doyumsuzluktan ve cahillikten başka bir şey değildir.

Son olarak geçenlerde Nefertari'nin söylediği ve beni etkileyen sözlerle yazıyı bitirmek istiyorum:

"İnsanlar sadece kendi görüşlerini doğru sayıyorlar ve sadece kendi görüşleri dünyaya hakim olsun istiyorlar. Halbuki görüşler renkler gibidir. Ben siyahı severim, sen yeşili seversin başkası maviyi sever. Ben siyah sevdiğim için tüm dünya siyah olmalıdır diyemem. Dünya gökkuşağı gibi rengarenk olmalı."